İlk kez 1940 yılında yayımlanan Morel’in Buluşu, Arjantin edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Adolfo Bioy Casares’in başyapıtı olarak görülmektedir.
İlk kez 1940 yılında yayımlanan Morel’in Buluşu, Arjantin edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Adolfo Bioy Casares’in başyapıtı olarak görülmektedir.
Adolfo Bioy Casares, 1932 yılında tanıştığı Jorge Luis Borges’le, 1940 yılından itibaren beraber yazmaya başladılar ve ilk olarak 1942 yılında H. Bustos Domecq mahlasıyla polisiye öykülerden oluşan Don Isidro Parodi’ye Altı Bilmece’yi yayımladılar.
Casares, Morel’in Buluşu’nu Jorge Luis Borges’e ithaf ederken, Borges de kitaba 2 Kasım 1940’ta bir önsöz yazmıştır. Bu önsözde R. L. Stevenson ve José Ortega y Gasset’den yola çıkarak psikolojik roman ile serüven romanını örnekler üzerinden karşılaştıran Borges, İspanyolcada imgelem yapıtların ender görüldüğünden ve Morel’in Buluşu ile Casares’in dile yeni bir türü yerleştirdiğinden söz ediyor. Ve önsözün sonunda Morel’in Buluşu için şu sözleri kullanıyor: “Hikâyenin konusunun ayrıntılarını yazarıyla tartıştım, onu yeniden okudum da; onu kusursuz olarak nitelemenin bir yanlışlık ya da abartma olacağını sanmıyorum.”
Octavio Paz’a göre ise, “Morel’in Buluşu mübalağasız, mükemmel bir romandır.”
Morel’in Buluşu, kurguyla gerçeğin bir sis tabakası içinde muğlaklıkla birbirine karıştığı çok katmanlı ve derinlikli bir metin. Okur, gerçekle gerçeküstü arasına gerilen gergin bir ipin üzerinde sadece kurgunun değil, dilin vermiş olduğu esriklikle de edebi bir sarhoşluğa sürükleniyor. Romanın 1940 yılında yayımlandığını düşünecek olursak, hayranlık duyulacak bir kurgusal zekâ ile yazıldığını söyleyebiliriz. Casares’i henüz keşfetmediyseniz, ayrıca Borges okumayı seviyorsanız, Morel’in Buluşu heyecan verici bir deneyim.
Hikâyenin anlatıcısı, ömür boyu hapse mahkûm, aranan bir kanun kaçağı. Gidenlerin hastalıktan kısa sürede öldüğü söylenen gizemli, ıssız bir adaya kaçıyor. Bu adada daha önce yaşayan insanların yapmış olduğu bir şapel, müze ve havuz bulunuyor. Karakterimiz adada yaşadığı tüm gerçeküstü olayları günlüğüne not ederek anlatıyor ve böylece edebiyat (dil) aracılığıyla gerçeklikle bir köprü kuruyor. Ayrıca bu günlüğün vasiyetnameye dönüştüğünü düşünmesi bir tekinsizlik hissi uyandırıyor.
Anlatıcı, bir süre sonra adada yalnız olmadığını, tepelerde yaşayan, eğlenen, müzik dinleyen (Valencia ve Tea for Two) insanlar olduğunu fark ediyor ve onlara görünmemek için büyük uğraş veriyor. Bu arada adanın alçak kısımları zaman zaman gerçekleşen gel-gitler nedeniyle sular altında kalıyor ve kaçak, bu durumun düzensiz gerçekleştiğini fark ediyor. Bu gel-gitler onun için önemli, zira boğularak ölmekten korkuyor.
“… yaşamakta olduğum korkunç olaylara yalnızca düşlerde rastlanabileceğini unutmuştum.”
Adam adadaki binalarda kalıyor ve kök sebzelerle besleniyor. Kaldığı binada gizli bir oda olduğunu keşfediyor ve duvarı delerek geçtiği odada birtakım makinelere rastlıyor. Bu makineler ne işe yarıyor?
Adadaki diğer insanları gözetlediği sırada gruptan ayrılan, günbatımını seyretmeye gelen bir kadın görüyor ve bu kadın ilgisini çekiyor. Kadını bir süre takip ediyor ve onunla konuşma isteği duyuyor. Karşısına çıkıp çıkmama konusunda tereddüt gösterdiği bir dönemde beceriksizce de olsa onunla konuşmaya çalışıyor. Fakat kadın onu görmüyormuş gibi davranıyor. Gerçekliğin deformasyona uğraması bu karşılaşmayla beraber başlıyor. Sonraki günlerde de kadını izlemeye devam ediyor ve bir gün kadının yanına yaklaşan başka bir adamla konuşmalarını dinlediğinde, kadının adının Faustine, adamın adının ise Morel olduğunu öğreniyor. Kaçak, Faustine’e âşık oluyor ve Morel’i kıskanıyor.
Faustine, Morel, gruptaki diğer insanlar ve hizmetliler müze binasına yerleşiyorlar ve adamımız onlardan saklanmaya devam ediyor. Bir ara onların veya kendisinin birer hayalet olabileceğini de düşünüyor. Kendisi mi bir hayalet yoksa hayaletlerle dolu bir adada mı yaşamaya çalışıyor? Adanın gizeminden kaynaklı sanrılar görüyor olabilir mi?
“Ölüler varlıklarını yaşayanların arasında sürdürüyorlar.”
Adamın gruptakileri yine gizlice izlediği bir gece Morel, gruptakilere bir açıklama yapması gerektiğini söylüyor ve notlarla dolu kağıtlardan okuyarak bazı açıklamalar yapıyor. Böylece ilk kez Morel’in buluşundan haberdar oluyoruz. Gruptaki insanları rahatsız eden ve Morel’in keşfi olan bu buluş nedir? Kaçağın gizli odada bulduğu makinelerle nasıl bir bağlantısı var? Morel, ânın içinde sonsuza dek yaşayacakları sonsuz bir hafta tasarlıyor. Morel, bunu nasıl başarıyor? Bu keşif sayesinde gerçekler ve gerçeklerin yansımaları birbirine karışıyor. Bu yüzden de roman boyunca kaçağın ada yaşantısında tanıklık ettiği ikili görüntüler oluşuyor: “Gerçek olanlar ve gerçeğin yansımaları” (İki güneş, iki ay, gel-gitlerin düzensizliği, daha önce aldığı kitabı yerinde görmesi ve cebindeki kitapla karşılaştırması, kaçağın gruptakiler tarafından görülmemesi gibi). Böylece Morel, kendi dâhil herkesin ölümüne sebep olurken aynı zamanda ölümsüzlüğü de yaratmış oluyor. Morel, ölümsüzlüğü gerçekten keşfediyor mu?
“O zaman yaşam ölümün bir deposu olacak.”
Peki Morel bunu neden yapıyor? Buluşu ile asıl amaçladığı şey nedir? Morel ve Faustine arasında nasıl bir ilişki var? Kaçak, makinelerin sırrını çözebiliyor mu?
“… (belki de sevdiğimiz bir insanın hayaletinin varlığını her daim istedik).”
Ölüm-ölümsüzlük, gerçek-hayal, görüntü-yanılsama, yaşam-varoluş gibi konuları işleyen, ölüm korkusu ile sonsuzluk fikrine takıntılı insanoğlunun bu saplantısına farklı bir hayal gücüyle yaklaşan, günümüzde bilimkurgu ve fantastik roman yazarlarını etkileyen önemli eserlerden biri olan roman, Everest Yayınları etiketiyle ve Nevzat Yılmaz çevirisiyle okurunu bekliyor.
Not: Morel’in Buluşu, Lost dizisine de ilham olmuş ve kitap dizinin bir bölümünde kullanılmıştı.
Emre Albayrak
Adolfo Bioy Casares (15 Eylül 1914-8 Mart 1999)
Çiftlik sahibi bir babanın oğlu olarak Buenos Aires’te dünyaya geldi. Henüz on bir yaşındayken ilk öyküsü olan Iris ve Margarita’yı yazdı. 1932 yılında tanıştığı Borges’le, onun ölümüne kadar dostluklarını sürdürdüler ve birlikte yazdılar. 1940 yılında şair ve öykü yazarı Silvino Ocampo ile evlendi.
H. Bustos Domecq ve B. Suares Lynch takma adlarıyla da yazan Casares, birçok roman, öykü, makale ve tez yayımladı. 1990 yılında İspanyol edebiyatının en prestijli ödüllerinden biri olan Cervantes’i kazandı.
Eserleri arasında Bustos Domecq Vakayinameleri, Güneşte Uyanmak, Olağanüstü Masallar, Bir Fotoğrafçının La Plata Maceraları gibi kitaplar bulunmaktadır.
Alıntılar
“… bu dünyanın ezilenler için çıkışı olmayan bir cehennem olduğunu göstereceğim.”
“Yankının olmadığı yerdeki sessizlik, düşlerinizde kaçıp kurtulmayı engelleyen o ağırlık kadar korkunç.”
“Sizi cezaya çarptıranlar özgürlüğünüze daha da kuvvetle sarılmaya iten yasaklar koyarlar.”
“Yarın gidiyor olmamıza karşın sonsuza dek burada kalacağız.”
“Şöyle ya da böyle, artık yaşamayanların görüntüsünün, dokunuşunun ve sesinin bir yerlerde olması gerekir (hiçbir şey kaybolmaz…).”
Yayınevi: Everest Yayınları
Çevirmen: Nevzat Yılmaz
Sayfa Sayısı: 116
Ebat: 13,5x19,5 cm
Baskı Yılı: 2021
Kategori: Roman
Comments