Sararmış bıyıklarımı avuçlayıp, saate baktım. 6:00.
***
Saate baktım. 7:00.
Balkonda birkaç tur attım, kilisenin kapısını izledim. Babaannem olsa kesinlikle dinden çıktım diye bana dua eder, beni doğru yola sokmaya çalışırdı.
“Beni duyuyor musunuz Bilge Bey?”
Anlamsız sese bakışlarımı çevirdim. Neyin nesi, neredeyim ben? “Buyurun?”
“Hastalığınızı anladınız değil mi?”
Ne hastalığı? Hasta falan değildim ben. Bunu ona da söyledim. Bana neden inanmıyorlar!
“Hiçbir şey, hiçbir şey görmedim. Kalkabilir miyim?”
“Peki, öyleyse orada görüşürüz.”
“Nerede?”
“Nerede olacak canım, kilisede.”
“Peki ya hastalığım?”
“Turp gibisiniz efendim, turp. Beni bile gömersiniz siz.”
***
Saat 14:00.
“Kilise kapalıymış.”
“Hayır, cenaze var, kapalı olamaz. Buyurun, yakını mısınız?”
“Beni tanımıyor musunuz?”
“Hadi içeri geçelim, buyurun.”
Öteye gittik, kilisenin en ücra köşesine. İçeride ağlayan kadınlar, omuz silken adamlar vardı. Merak ettim. Sonrası zaten saçmalık.
“Oğlum, kalk şu pencerenin önünden. Kaç kere dedim o kiliseye bakma diye, gavur işi oğlum onlar!”
***
Saat 21:00.
Öldüm, büyüdüm ve doğdum.
Hakan Kaya
Comments