"Çeviri sürecinde yazar hakkında kısa notlar alıp onun aklıma girmesine izin veriyorum. Sesini zihinsel sesimle özdeşleştirmeyi, onunla bir olup çeviri sürecinde bana eşlik etmesini önemsiyorum."
İspanyolcadan yaptığı çevirilerle tanıdığımız çevirmen ve yazar Beyza Fırat ile çeviri edebiyatı, çevirmenin dünyası, çeviri üzerine çalışmaları ve Eufrates projesi üzerine konuştuk.
Emre Albayrak: Pandabiyat’a hoş geldiniz Beyza Hanım. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Beyza Fırat: Merhaba. Hoş bulduk. Nazik davetiniz için teşekkür ederim. Ben Beyza, üç soyadım var, bunlardan yalnızca Fırat’ı kullanmayı tercih ediyorum. Ankara’nın eski mahallelerinden birinde, gri binalar arasındaki Kutu Apt.’de büyüdüm. Yokuş yukarı uzanan sokaklarda dut ağaçlarına tırmanarak, sokak kedilerine sütlü ekmek vererek, kışın o yokuştan leğenle kayarak son derece eğlenceli ve özgür bir çocukluğum oldu.
Doğuştan hayvan severim. Yanımda, yöremde beni doğaya bağlayacak bir can dostum oldu hep. Canım annem çok korkar hayvanlardan. O kutu eve götürüp sakladığım kedi ve köpekler, besleyeyim derken kuruttuğum solucanlar, konuşan muhabbet kuşlarım, bir köşeden bize şaşkın şaşkın bakan Japon balıklarım oldu. Şimdi de iki köpeğimle şehir hayatından uzak, doğayla iç içe yaşıyorum Meksika’da.
“Yaşam bir mücadeledir,” dendi bense savaşmaktansa yaşamaya odaklanmıştım. Gür yapraklı bir ağacın tepesinden sessizce izler ve tüm gerçeklikleriyle kabul ederim hayatı. İnancım (kendime, insanlığa, sevgiye, dürüstlüğe, bizden yüce bir güce, ilahi adalete…) sayesinde huzurla ilerledim, ilerlemeye de devam ediyorum yaşama. Belki de öz arayışım mutlak bir huzur ortamı bulmak ya da oluşturmaktı. Bildiğim yoldan devam.
E.A: Çeviri yapmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
B.F: Çeviri yapmaya 2015 senesinde başladım. Mutlu olduğunuz ve çalışmayı sevdiğiniz zaman kapı kapıyı açıyor gerçekten, en azından böyle gelişti benim için. İspanyolca konuşmayı geliştirmiş ve gerekli eğitim sertifikalarını almıştım. Bir yıl kadar yeminli mütercim tercümanlık yaptım. Sonrasında karşıma çok değerli insanlar çıktı. Güvenip bana harikulade iş fırsatları sundular. Ben de zevkle başladım edebi çeviriler yapmaya, o zamandan beridir aynı duygularla sürdürüyorum çeviri yaşamımı.
E.A: Sizin için çeviri süreci nasıl geçiyor, bu süreçte neler yaşanıyor? Çeviriye başlamadan önce ve çeviri sırasında ne gibi araştırmalar yapıyorsunuz?
B.F: Düzenli yaşama değer veriyorum. Gece dinlenir, gündüz çalışırım. Bazen akşam dokuza, ona kadar çalıştığım da oluyor tabii.
Çeviri sürecinde yazar hakkında kısa notlar alıp onun aklıma girmesine izin veriyorum. Sesini zihinsel sesimle özdeşleştirmeyi, onunla bir olup çeviri sürecinde bana eşlik etmesini önemsiyorum. Bu yüzden de üzerinde çalışmaya başlayacağım kitabı öncesinde bir kez okumaya özen gösteriyorum. Yazara ait ses kayıtları varsa onları da dinlerim.
Çeviri kesinlikle yalnız yapılan bir iş değil. Bu yolda sözlükler, özetler, makaleler, internet, yayımlanmış araştırmalar kadar çevirdiğiniz dil, ana dili olan insanlar da önemli yere sahip. Kimi zaman üniversitedeki hocalarımdan, kimi zaman eşim ve dostlarımdan yardım aldığım oluyor. Bazen bir cümleyle karşılaşıyorsunuz, defalarca okumanıza rağmen size bir anlam ifade etmiyor. Sonra birisi “Yazar burada şöyle demek istemiş,” dediğinde aydınlanıveriyor zihniniz.
E.A: Çevirmenin sorumlulukları nelerdir? Çeviri yaptığı yazara, eserine, okuyucuya ve elbette dile karşı olan sorumlulukları.
B.F: Birincil sorumluluğu çeviri yaptığı dillerdeki hâkimiyetine ve kendine bu konuda dürüst olmasına bağlı. Edebi eseri düz bir metin olarak değil, alt anlatımına da sadık kalarak sunabilmeli okura. Yazarın eseri kaleme alırken yaşadığı duyguları hissedip aktarabilmeli.
Ayrıca kullandığı dilde hem esnek olmalı hem de o dile sadık. Birbirlerine ters terimler gibi gelebilir, ama bu iki terimin çeviri sürecindeki değerini zamanla anlıyorsunuz. Çeviri yaptığınız iki dile de hâkimseniz, yeri geliyor zorlanmadan birebir çeviriyle tüm söylenmek isteneni aktarıyor yeri geliyor esnek davranarak bunu çevirdiğim dilde nasıl söylersem daha doğru anlatabilirim tercihine gidebiliyorsunuz.
Bu çok derin bir konu aslında, yayınevine ve okurlara karşı da sorumluluklarınız var. Onlar size güveniyor ve diğer dili bilmediklerinden okudukları metnin doğruluğuna çevirmen aracılığıyla inanıyorlar.
Bu konu hakkında daha birçok noktaya değinebilirim, ama ana hatlarıyla aklıma ilk gelenler bunlar.
E.A: Bugüne kadar hangi yazarları ve kitapları çevirdiniz? Şu an üzerinde çalıştığınız veya en son bitirdiğiniz çevirinizden bahseder misiniz?
B.F: Miguel de Unamuno, Cesar Vallejo, Elena Poniatowska, Alberto Ruy Sanchez, Eduardo Halfon, Diego Vecchio, Isabel Mellado gibi birçok yazarı Türkçeye çevirdim.
Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek gibi yazarlarımızın eserlerinden örnekleri de İspanyolcaya.
Son olarak Meksikalı yazar Alberto Ruy Sanchez’in iki kitabını teslim ettim çalıştığım yayınevine. Son derece önemli kitaplar geliyor diyebilirim. Dili kadar kişiliği de nazik bir yazar Ruy Sanchez. Yazarın kitaplarını çevirmeye devam edeceğim, elimde dört kitabı daha var.
Şu an üzerinde çalıştığım kitaplardan biri Elizabeth Benavent isimli İspanyol yazarın kaleme aldığı gençlik serisinin sonuncusu; bir de harikulade, resimli anlatılarla insanlık tarihi ve geçmişimizi sorgulayıcı bir dille anlatan “Zekânın Görsel Tarihi” isimli çalışma. Bu kitabı lisedeyken okumuş olmayı çok isterdim. İçinde son derece değerli bilgiler var. Gençlerimize iyi geleceğine inanıyorum.
E.A: Çeviri yaparken sizi en çok zorlayan şeyler nelerdir?
B.F: Bu sorunuzu yanıtlarken direkt mi olayım yoksa politik bir cevap mı vereyim bilemedim. Zor bir soru aslında. Geçim endişesi diyelim kısaca.
E.A: Sizi en çok zorlayan yazar ve kitap hangisi oldu?
B.F: Kesinlikle Unamuno’nun “Yaşamın Trajik Duygusu” isimli eseri. Üç, dört ayda tamamlarım deyip bir buçuk yılımı alan değerli bir çalışma. Latince öğrenmek ve araştırmak durumunda kaldım. Diğer felsefi akımları incelemem gerekti. Haftada beş sayfadan fazla ilerleyemediğim bir eserdi. Çok şey öğrendim sayesinde.
E.A: Kendi seçtiğiniz kitapları çevirme lüksünüz var mı? Hangi yazarları ve kitapları çevirmiş olmayı dilerdiniz?
B.F: Bir önceki sorunun cevabıyla bütün olarak şunu eklemek isterim. Unamuno’nun “La vida de Don Quijote y Pancho” (Don Kişot ve Sanço Panço’nun Hayatı) isimli eserini çevirmeyi diliyorum.
Yayınevlerimiz de arada fikir sormak için yazıyor. Latin edebiyat deryası zorlayıcı, her yeni çıkan eseri bilmek mümkün olmasa da gündemi takip etmeniz gerekebiliyor. Ajanslarımız bu konuda daha başarılı. Çevirmen çeviri sürecindeyken dış dünya ile olan iletişimini azaltabiliyor zaman zaman.
Seçtiğim kitabı çevirme lüksü ile ilgili olarak da pekâlâ o seçilen türde kitap yayımlayan yayınevleri ilgilenirse evet.
E.A: Çevirinin bir sanat, çevirmenin bir sanatçı olduğu konusu tartışılır. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
B.F: Bu konuda Saramago’nun, “Yazarlar ulusal çevirmenlerse evrensel edebiyat yapar,” düşüncesini paylaşanlardanım. Sanat ve sanatçı oldukları konusuysa şüphe götürmez sanırım, edebiyat en nihayetinde bir sanat dalı, çeviri de bunun bir alt dalı.
E.A: Günümüzde bir çevirmenin sadece çeviri yaparak hayatını kazanabileceğini düşünüyor musunuz?
B.F: Altıncı sorunun cevabından yola çıkarak ilerleyelim. Edebi çeviri yapıyor, özel ders veriyor, yeminli tercümanlığa devam ediyor, danışmanlık hizmeti sunuyor ve ayrıca dizi çevirileri yapıyorum. Çeviriyle hayat kazanılabilir, ancak tek bir çeviriyle değil!
"Şu sıralar Meksika’da Türk edebiyatının bilinirliğini artırmayı amaçlayan bir yayınevi kurmakla meşgulüm. Diğer ülke yazarlarının başardığı gibi bizlerin de yakın dönem edebi eserlerimizi yurt dışına taşımamız gerek."
E.A: Çeviri dışında neler yapıyorsunuz?
B.F: Şu sıralar Meksika’da Türk edebiyatının bilinirliğini artırmayı amaçlayan bir yayınevi kurmakla meşgulüm. Diğer ülke yazarlarının başardığı gibi bizlerin de yakın dönem edebi eserlerimizi yurt dışına taşımamız gerek. Ne kadar çok okura ulaşırsak bizi o kadar çok bilir ve edebiyatımızı o derecede önemserler.
Yeni kuşak yazarlarımızı tanıtabilecek, edebiyatımızdaki çeşitliliği İspanyol dilinin konuşulduğu ülkelerde paylaşabileceğimiz bir yayıneviyle güzel bir projede ilerliyorum.
E.A: Projeden de biraz bahsedelim o zaman. Eufrates ve “Şimdiyi yaşamak için okumak.”
B.F: Aslında kurulma kısmı tamamlandı, şu sıralar elimizde iki roman, bir öykü, bir şiir, bir de tiyatro eseri var. Çeviri aşamasındalar. Eylül ayında ilk kitaplarımızla faaliyete başlıyoruz kısmetse. Türkiye başta olmak üzere komşu ülkelerimizin yazarlarına ve bulunduğumuz coğrafyaya ışık tutan bir yayınevi olması arzum.
Eufrates ismi aslında Fırat nehrinin, pek tabii soyadımın da İspanyolcası, aynı zamanda birinci yüzyılda yaşamış Stoa okulundan yetişme önemli bir filozofun adı.
Sloganımız: Şimdiyi yaşamak için okumak, "Leer para vivir el presente."
Presente, hem şimdiki zaman hem de sunulmuş olan hediye anlamında oldukça yerinde kullanılmış bir sözcük sanırım. Yaşam bizlere sunulmuş bir hediye ve belirsiz bir geleceğe yetişme umuduyla anda yaşamaya değer vermeyi sıklıkla unutuyoruz. Okuma eylemi de bu konuda bize özel bir imkân sunuyor. Aceleci yaşamlarımızda frene basıp farkındalığımızın artmasına, zihinsel yoğunlukta bizleri bombardımana tutan sesleri duymamıza ve onları susturabilmemize, içimize yönelmemize yardımcı oluyor.
E.A: Aynı zamanda öykü de yazıyorsunuz. Kendi metinlerinizde çeviri yaptığınız yazarlardan etkilendiğiniz oluyor mu?
B.F: Olmaz mı hiç! Sesleri hep kafamda, birer anne, baba, eğitmen gibi bilinçaltımda teker teker yer ediyorlar. Yeri geliyor tartışıyorum onlarla. Sanki zihnimle evrendeki koca bir bilgi balonuna uzanan bağlantı sayesinde bulundukları maddesel ya da espritüel yaşamda onlarla iletişimdeymişim gibi geliyor bazen. Hoş bir his. İnsanın iç dünyası başka bir âlem ne de olsa.
E.A: Çeviri yaparken eseri ana dilinden de okumuş oluyorsunuz. Bir edebi eseri ana dilinde okumakla, çevirisinden okumak arasında sizin için ne gibi farklar oluyor?
B.F: Ana dilde okurken yazarın sesinden dinliyor, onun kalbinden ve aklından süzülenleri hissedebiliyoruz. Çevrisinden okurken iki süzgeçten geçmiş olduklarını var sayarsak eksilen anlatımlar elbette oluyor.
Süzgeç örneğinden daha arı bir eser ortaya çıktığı anlaşılmasın sakın. Böyle bir şey kesinlikle mümkün değil. Çevirmenler edebi anlamda yazara en çok yaklaşabilen, en azından bunun için uğraşan değerli kalemler.
E.A: Son olarak, Pandabiyat okurlarına neler söylemek istersiniz?
B.F: Sevgili Pandabiyat okurları, kitap okuyan, kitap seven insanlar duyarlıdır; çünkü insanı insan yapan duyguları yakından tanır, davranış kalıpları altında yatan temel nedenlerin farkında davranırlar.
Sizler zaten okuyorsunuz, onda bir şüphem yok, tek endişem okumayanlar sanırım. Hadi kendinize minik bir görev edinin ve çevrenizdeki bir kişinin okumayı yaşam felsefesi edinmesini sağlayın. Kendini daha iyi ifade eden bir insanlığın okumakla yeşereceğine inanıyorum.
Bilinçle, anda ve sevgiyle kalın.
Web Sitesi: Beyza Fırat
댓글