Çocukları oldum olası sevmem. Durmaksızın ağlayıp sızlanırlar, istekleri hiç bitmez. Ama bir tercih yapmam gerekirse çocukları sizden daha samimi bulduğumu hiç çekinmeden söylerim çok bilmiş büyükler. Çocuklar benim gudubet suratımı görünce başlarlar sormaya: “Bu adama ne olmuş böyle? Yüzü niye çirkin?” Siz de çekiştirip durursunuz ahtapot kollarından. “Ayıp! Denmez öyle! Sus bakayım! Evde anlatırım ben sana.”
Peki ya size ne demeli? Beni her gördüğünüzde tiksintiyle başınızı öne eğmeniz ya da çirkinliğime kayıtsız kalabilirmişsiniz gibi buruk bir gülümsemeyle gözlerimin içine bakmanız durumumu değiştirmiyor. Kırk yıldır bu yüzü her gün görüyorum. Çirkinim ben!
Dünyaya gözlerimi açalı henüz üç gün olmuşken sevgili ağabeyim kıskandığından olsa gerek beni cayır cayır yanan ocağa atmış. (Üşümüş olduğumu düşündüğünü sanmadınız herhalde!) Ben de sanki çok gerekliymiş gibi sıfatımdan daha çirkin bu dünyaya tutunmayı başarmışım.
Çirkin olduğumun ilk ne zaman farkına vardığımı hatırlamıyorum. Sanırım bunu her zaman biliyordum. Kafamdaki yoluk yoluk saçlar, erimekten minicik kalmış burnum, bakanlara yüzümün dehlizlerini gösteren davetkâr burun deliklerim -bunu yapmanızı tavsiye etmem- geriye sadece dünyanın merkezine açılan ufacık bir deliğin kaldığı sol kulağım ve kırış kırış boynum… Tüm bunları düşününce çocuk olmam diğer herkesten farklı göründüğümün bilincine varmamın önünde pek de durmamış diyebilirim. Canım annemin beni “çirkinim” diye sevdiğini düşünürsek de… (hemen kızmayın kadıncağıza siz de!)
İşte buradayım. Hem de tüm kayıtsız bakışlarınıza (ne kadar mümkün olabilirse) veya göz devirmelerinize, yanınızdakini dürtüp beni göstermenize meydan okurcasına buradayım! İstedim ki hepiniz görün beni, tanıyın bu yüzü, kaçamayın. O kadar tiksinin ki gece yarısı uykularınız bölünsün. Aklınızı yitirin gördükleriniz karşısında. Algılarınız darmadağın olsun önce. Sonra kabulleneceksiniz bu erimiş etin altında yatan çekiciliği, tüm gözlerin mıknatıs gibi üzerinizde toplanmasını siz de arzulayacaksınız. Kızgın ütüyle sizi kutsamamız için diz çökeceksiniz önümüzde.
Bir gün yataktan kalktığım gibi yamalık gibi duran saçlarımı siyah bir lastik tokayla toplayıp fotoğrafçıya koştum. Fotoğrafları kaptığım gibi bir gazeteye ilan verdim. “Dünyanın En Çirkin Adamı.” Başladım beklemeye. Üç gün, beş gün, bir hafta… İlan gazeteden kaldırılmıştı artık. Tam umudumu yitirmiştim ki birden telefon çaldı. (O sırada bağırsaklarımı boşaltıyordum.) Telefona yetişemedim. On dakika sonra tekrar çaldı telefon. Telefonun ucundaki kadife sesli, orta yaşlı bir kadın bir reklam çekimi için perşembe günü saat 11’de benimle görüşmek istediklerini söyledi.
O gün geldiğinde devasa bir plazanın lobisinde stajyer olduğunu düşündüğüm yirmili yaşlarının başında uzun boylu, zayıf bir çocuk karşıladı beni. Şehrin kendisine hayran bırakan kılcal damarlarını tüm çirkinliğiyle izleyebildiğim kocaman camları olan gri bir odada, sarı bir sandalyede otururken buldum kendimi. Merhaba, hoş gelmiştim, cesur ve yenilikçi bir yaklaşım, uluslararası bir optik firması, sözleşme, oldukça yüklü bir miktar, fotoğraf çekimi, güzel bir kadın ve ne ifade ettiğini anlamam için başımı yastığa koymam gereken bir sürü kelimeler… Sözcükler yağmaya devam ediyordu, bir kısmını anlıyordum yalnızca, bazılarını da anlamış gibi başımı salladım. Ama bunların bir önemi yoktu. İmza attım.
Dünyalar güzeli bir kadınla -tahmin edersiniz ki Avrupai bir yüzü var ve kırmızı bir elbise giymiş- sokakta çarpışıyoruz. Eğilip yere düşen dosyalarını alıyorum. O an tutkuyla bakışıyoruz. Bir sonraki sahnede şık bir restoranda şaraplarımızı yudumluyoruz. Her şey olmaması gerektiği kadar güzel. Ta ki kırmızı elbiseli kadın çantasından gözlüklerini çıkarıp dünyalar güzeli yüzüme bakana dek.
“Crystal Vision Gözlükleri! Çok geç olmadan!”
Reklamı yalnızca bir kere izleyebildim. Kalabalık bir caddede yürürken bir beyaz eşya mağazasının vitrinindeki devasa bir ekranda denk geldim. Sonuna yetişebildim. Herhangi bir şey hissetmedim izlerken. Reklam yayımlandıktan bir süre sonra bir gazeteci ulaştı bana. Şehrin muhtelif mahallelerinde gece ayinleri ve çirkinler topluluğuna kabul törenleri düzenlediğime dair söylentilerden bahsetti. Dahası bir bayrak bile tasarlamıştım bu örgüt için. Üzerinde ütü amblemi bulunan kara bir bayrak! Dünyanın dört bir yanından kadın erkek binlerce kişi aramıza katılmak için teşkilatımızın kapısını çalıyor hatta öğretilerimize gönülden bağlı üyelerimiz bize savaş açmış kozmetik firmalarının karanlık ellerinden bizi korumak için kapımızda nöbet tutuyormuş. Gülümsedim. Ertesi gün röportaj için kapımı çaldı. Bana nasıl hayran hayran baktığını görseniz aklınızı yitirirdiniz. Kafam nasıl güzel ama! Başladım anlatmaya.
“Çocukları oldum olası sevmem. Durmaksızın ağlayıp sızlanırlar, istekleri hiç bitmez…”
İlker Biçer
Comentarios