Nasıl da hoplayıp duruyorum odamın içinde; otuz dört yaşında, dadısına platonik bir aşkla bağlı koca bir bebek!
Ağlıyor musun? Gülümse o zaman, sevinç gözyaşları olsunlar. Sonra da yüzmeyi öğret bana o yaşlarda. Göz kapaklarını öptüğümde dudaklarım tazelensin. Kirpiklerinden damla damla gelen çağlayanla yıka beni.
Yaşlandığımızda, yeşil bahçemizdeki salıncakta, dünyanın her ülkesinde aşk yaşamış bir çift olarak anlatırız hikâyemizi çevremizi saranlara.
Nasıl heyecanlanıyorum nasıl da kıpır kıpır oluyor içim; sahibini gören kedi gibi kuyruğum dikiliyor havaya.
Sonsuza dek devam etsin bu aşk evriminin süreci; kıyamete kadar sönmeyen, sürekli faaliyette bir volkan gibi.
Vücutlarımız birbirine dolanmış sarmallar, Japon metro hattı misali birbirimize karışırken; sonu olmayan uzun yolculuklar, her durakta derin soluklanmalar...
Paslı anahtarların açtığı o tozlu sandıklardan pişmanlıklar, hayal kırıklıkları fışkırsa bile mi?
(Sen, hayalle gerçeği ayırt edebilirsin!)
Nereden çıkardın hayalle gerçeği ayırt edebildiğimi? Defalarca söyledim benim dünyamda hayalle gerçeğin birbirine karıştığını. Yarı karanlık günler, karanlık mavi geceler zihnimde dolanıp duran sözcükleri, cümleleri ben mi birine söyledim, yoksa karakterlerimden birine mi söylettim, çıkaramıyorum. Aklımda beliren yabancı sokakları, binaları, soluk ışıklı odaları, o odalardaki eşyaları ben mi hayal ettim, yoksa gördüm mü gerçekten? Yaşadıklarım mı hayaldi, yazdıklarım mı gerçek? Hiçbirini ayırt edemiyorum. Ve geçmişte olsa asla yapamayacağım şeyleri, tıpkı bir karakterimi canlandırır gibi kolayca yapabiliyorum artık. Çünkü bu bulanık ve gizemli dünyada her şey mümkün. Gerçek diye bir şey yok; görüntü, ses, koku ve hislerin karmaşasından ibaret dünya. Bir sokağın, bir evin, bir insanın gerçek olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Eğer onu görebiliyorsam, duyumsayabiliyorsam hayallerimde, gerçekliğin bir önemi kalmıyor. Bazen de değiştiriyorum gördüklerimi, karıştırıyorum zihnimde, yepyeni şeyler yaratıyorum.
"Sonbahar" filminde gördüğün eve sahip olamazsan üzülme bu yüzden. Gerçeklik üzmesin seni. Yoksa gerçek kırıklığına uğrarsın! Hayal kırıklığından daha acıdır, bilmelisin. Bir daha hayal et, o ev orada olacak. Belki ben de senin geçici karakterlerinden biriyimdir. Hiç önemi yok bunun. Zihnini özgürlüğe açmalısın, bırak hayaller dışarı aksın, dağılsın etrafa, gerçeklerin içine karışsın. Bir de o zaman bak, o ev orada mı?
Kaybedecek bir şeyi olmayanlar zaten kaybetmezler. Ne sen bana zarar verebilirsin bundan sonra ne de ben sana. Hayal ile gerçeğin birbirine karıştığı bir dünyada yaşıyorsak eğer ikimiz de, birlikte yapabileceğimiz tek şey; bir oyun alanındaki oyuncular ya da bir romanın karakterleri gibi davranmak olabilir ancak. İstediğin an gidebilirsin. Ama beni inciteceğini düşündüğün için olmaz bu. Sen ki bana şöyle diyorsun: "Ben X ülkesinden geliyorum, sen benim dilimi bilmiyorsun, o yüzden konuşamayız." Bilmiyorsun ki, ben de X ülkesindenim ve dilimizi senin kadar iyi biliyorum. Bir hayalin peşinden koşman mı beni incitecek? Ben de benimkileri gösteririm sana, dünyalarımızın kapılarını aralarız azıcık, oradan esecek hafif bir esinti bile yeter bana.
Kırılacak bir şeyim kalmadı. Her şey çoktan kırıldı ve parçaların içinde yaşamayı öğrendim. Kimleri kimleri kırdın bilmiyorum, ama onlar bizim bulanık ve gizemli dünyamızda yaşamıyorlarmış.
Eğer kafamın içinde yaşattığım kadına değil de sana âşık olduysam -Sen kimsin?- bunun nesi hastalıklı olabilir ki? Bu itiraftan sonra sanırım benim de senden bir şey isteme hakkım doğmuştur. Benden kaçma. Kaçma benden, yaklaş. Ruhunun karanlık kuyusundaki hiçbir şeyden ürkmüyorum. Bir hayaletim ben, unuttun mu? Yeniden ölemem. Ki korkmuyorum ölümlerden! Kuyuna, kuytuna düşmek, orada kaybolmak istiyorum.
"Şimdi bir aynadan ve bilmece gibi görüyoruz."
Eco'nun bu hazin sözü ne kadar da uygun içinde bulunduğumuz duruma. Sırları bozulmaya yüz tutmuş pirinç çerçeveli antika bir aynadan suretimize bakıp birbirimizi görüyoruz. Karşımızda ise ilk defa duyduğumuz bir bilmece:
"Çöz beni, Ahmak Peri!"
Kim bilir ne gizler var aynada ne karanlık kuytular ne anaforlar, kara delikler, dipsiz uçurumlar, dev sürüngenler, zehirli yaratıklar, keskin dişli canavarlar... Dikkat et, zemin ıslak ve kaygan. Kimi yerlerinde kutup soğuğu kimi yerleri cehennem sıcağı. Sırat köprüsü gibi incecik köprüler; tuzaklarla dolu öldürmeyen acı tecrübeler, işkenceler; güneşin bile girmeye cesaret edemediği sık ormanlar; hüzünler de hüzünler; gözyaşı ve keder.
Yaklaş hadi yaklaşabiliyorsan. Açtım kendimi sana. Gel hadi, çöz beni!
Not: Ahmak Peri Üçlemesi -1
Evren Bayraktar
Comentários