Her gün geçiyor bu trenler. Raylara sürtünen metalin keskin sesiyle neşeli düdüğü birbirine karışıyor. Hayat geçip gidiyor. Her saat başı, önce camlar titriyor. Gün boyu seyrediyorum hızlı, kararlı geçişlerini. Arada el salladığım da oluyor. Vagonların oval pencerelerinden bir saniyelik de olsa yüzlerini gördüğüm insanları düşünüyorum. Kim bilir nereden nereye gidiyorlar? Gitmek istedikleri yerlere mi gidiyorlar? Önceleri fark edemedim ama sonra anladım. Geçen vagonların tıngırtısı her saat başı hatırlatıyor, benimle konuşuyor, beni çağırıyor. “Biliyorum, sen de gitmek istiyorsun bu şehirden.”
Her gün geçiyor nasıl olsa, birine atlayıp giderim. Nereye olursa. Erenköy Tren İstasyonu’na gider oradan binerim. Tek bir bavulla ya da yok, sadece bir sırt çantası. Hiç yük istemiyorum yanımda, hepsini burada bırakırım. Gelmesin hiçbir şey benimle. Durduğu istasyonlara bakar, hangi durakta ineceğime öyle karar veririm. Nereye gideceğimi bilmesem de olur, bir yola çıkayım da gerisi nasıl olsa gelir.
Her gün geçiyor bu trenler. Bak yine seslendi, “Yok gelmesin kimse seninle!” diyor, “Sen git gerisi gelmesin…”
Gerimi arkamda bırakıp çıkıyorum yola. Omuzumda sadece bir sırt çantası. O bile ağır geliyor.
Her gün öğle saatlerinde geçen, o en sakin trene atlıyorum. Vagondan vagona geçiyor, her vagonda tanıdık bir yüze rastlıyorum. Kendimi zorluyorum ama o yüzleri nereden tanıdığımı bir türlü hatırlayamıyorum. Son vagona geldiğimde yine çok tanıdık, genç bir yüz. Bana bakıyor. Lekesiz, hevesli bir sesle, “Buraya otursana, yanım boş.” diyor. Canım pek sohbet çekmiyor ama öyle içten ki sesi. Teşekkür edip oturuyorum yanına.
“Yolculuk nereye?” diye soruyor. “Hani o gitmek istediğin balıkçı kasabası vardı, yine oraya mı?”
Yoksa o da mı? Nereden biliyor benim de oraya gideceğimi? Şaşkın, susuyorum.
Sesi sakin, anlayışlı. “Sen de haklısın. Yorgunsun hem öncesinden hem sonrasından. Taşımaktan. En çok da beklemekten yoruldun değil mi?”
Neler diyor bu kız? Aklımı mı okuyor? Beklediğim bir şey yok benim! Her şey geçiyor artık biliyorum!
Susmaya niyeti yok, halden anlayan sesiyle usul usul devam ediyor.
“İyi ettin yeniden yola çıkmakla, bak gör oraya varırsan denizin mavisi seni nasıl ferahlatacak!”
“Denizi çok severim,” diye mırıldanıyorum.
Heyecanlanıyorum sonra bağırıyorum var gücümle! İçimde sakladığım başka benler çıkıyor.
“Çamların kokusuna kavuşmak! Zeytin ağaçlarının yeşiline dokunmak!”
Kendi sesimi duyunca şaşırıyorum, o şaşırmıyor. Artık eminim, kesin beni bir yerden tanıyor.
“Nereden tanıyorsun beni?”
Birbirimize bakıyoruz. “Daha önce de karşılaştık ya,” diyor. “Hani ütünün fişini çekmedim diye inmiştin iki durak sonra. Çektin değil mi bu sefer fişi?”
“Evet, sigortaları bile kapattım!”
Gözleri umutla bakıyor. Düdüğünü keyifle öttüren trenin camından güneşin ışığı yansıyor. Vagonun içi aydınlanıyor. İkimizin de gözleri kamaşıyor.
Şehir arkamdan gelir mi bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum.
Yeşim Başaran
Comments