Çocukluğumuzun keskin gözleriyle hayatı yokladığımız andan, yaşlı bir ihtiyarken yorgun göz kapaklarının tatlı ölüm ninnisini duyana kadar geçen süreye sığdırdığımız sis perdesine “hayal” diyoruz. Önceleri idrakle başlayıp, çizgilerle kodlayıp irisin arkasına resmettiğimiz yarı berrak tatlı iç çekmelere de hayal diyebiliriz. Bildiğimiz, duyumsadığımız ama hiçbir zaman dokunamayacağımız ve böylelikle ulaşamadığımız için bize sevecen ve büyülü gelen hayallerimiz uğruna dünyayla didişirken, zaman kıskacında kalıp tökezleyen o şanssız kişilerden olmayanlar olduğu gibi karamsarlık kuyusuna düşen büyük bir güruh, yaşamdan nasibini alamadan ayrılanlar da az değildir. Zamanın kör pençesine yakalanan düşkünler, hastalar, yaralar, sakatlar, tembeller, savaşlar, duyarsızlar… Gizemli bulmacayı çözmeden göçenler de bu gruba dâhildir. Çizgili resme doldurttuğumuz mistik resmin içine sığdırılan görsel şölende kendisine bir yer edinen kahramanımız, bazen çok da detaya inmeden kaba taslak çizdiği bu kutlu hayalin peşinden gitmek için önüne gelen ve kıymetini bile tartmadan çoğu şeyleri de bedel olarak ödemeye hazırdır. Gıpta ile bakılan diğer bireylerden de ilham alıp, taklitçi bir hayali çizen samimiyetsiz gencimiz de buradadır. Varoluşundan çıkmayan taklitçi hayaller zamanla boğuşurken arta kalan küçük izleri büyülü rüyaya benzetip bilgiç görünen arkadaşımız da büyük gruba dâhil olanlardandır.
Hayallerin doğasında saflık vardır. Bunun en önemli temsilcileri de çocuklardır. Şen kahkaha seslerinin cıvıltılarıyla donatılan doğalarında gördükleri bütün varlıkları, maddeleri, olayları berrak gözlerle tartan küçük dostumuz, yukarıda saydığımız büyük grupların dışında kalarak, tertemiz beyinciklerine nakış gibi resmettiği hayalleri, gerçeğe en yakın hayallerdir. İsterik bir heyecanla dokunmak istedikleri bu hayalleri kimi zaman yanı başında taşırlar, kimi zaman ceplerine sokarlar, kimi zaman yorgun bedeninin teslim olduğu rüyalarında taşırlar.
Yaş ilerledikçe büyüyen hormonlarımızla beraber, hayallerimiz de bazı dönemlerde sanrılara dönüşebiliyor. Sanrıyla beraber kibri de yüklenen bu hırslı heyecan, hayallerin organik doğasına ihanet ederek saplantılar haline gelebiliyor. Ve bunu biricik hayali olarak gören yanılgılı kahramanımız, bu uğurda önüne geleni heba edip bedel vermeye, hatta ödetmeye yatkındır. İşte bu sefer, bizim o safkan çocukluk hayallerinin üzerine sinen bu gri buhranlı hayaller, tüm saflığı ve beyazlığı yok ederek bir zamanlar hayalle doğan çocuğa da ihanet etmiş oluyordu. Sonra bir gün uyandığımızda, çocukluk hayallerinin ne kadar da güzel bir anı olduğunu hatırlarız; aslında hayaller aynıydı, değişen sendin.
Zaman dur durak bilmez sürüklendikçe, saf hayaller çoktan bozulmuş olup, içlerine başlarda anlamsız haldeyken, sonraları bir tutku haline gelen argümanlarla doluştuğunda, en büyük yenilgiyi almış oluyorduk. Sanrılı hayallerle gerçeklikten hızlıca kopup, yapay bir sis aralığında yaşamaya devam ederiz. Yere düştüğünde acı gerçeği çok sonradan öğrenecek olan kahramanımız, tekrar kederli bir özlemle geçmişini yad etmeye kalkışacak o masum hayalleri sayıklamaya devam edecektir.
Hayallerin içine; metalar, hırslar, kin ve kibirler, hezeyanlar doluştukça ağırlığını kaybeder. Kaygan bir zemine oturtulan bu hayaller ucuz olduğu için altı delinmeye hazırdır. Güçlü ve sağlam yapılar gibi binlerce yıl karşımızda dikilen dev anıtları anımsatan güçlü olan hayallerle yaşayanlar, hiçbir zaman kaybetmediler. Hayal ve gerçeği iç içe geçiren bu insanlar, kavuşamadıkları her bir hayal için buhrana kapılmayı hissetmediler. Hayallerin içinde yaşayanlar, zamana teslim olsalar bile, bu uğurda yaşadıkları için zamanı da büküverdiler.
Hesaplaşmanın ve olgunlaşmanın en yüce olduğu çağlara girdiğinde, doğanın hüküm verdiği yaşlılık dönemlerinde önceleri ince bir telaş, sonra karakterinin kendi içinde tarttığı yaşam döngüsü ve elekten çıkan sonuçlarla rahat bir özgüvene kapılan o şanslı büyüğümüz, ölüm kokusunu da arkasına alarak sırtındaki gevşeklikle oturduğu yeri kutsallaştırdı ve bundan büyük bir zevk aldı. Bundan mahrum olan diğer bunaklar ne bir ince telaş ne bir hesaplaşma ne de bir iç görü kazanamayıp yaşamından bir çıkarım sağlayamadığı gibi, özgüveni yüksek bir mertebeye de hiçbir zaman ulaşamadı.
İşte hayallerin başlangıcı ve sonucu olan bu ikilemler arasında geçen serüven, dünyanın kendisinde izlenim bıraktığı tüm dürtülerden ve ihtiyaçlardan yoksun olanlar ve yokluk çekmeyenler arasında geçmiştir. Yaşam başlangıcında güçlü bir karakteri erken kazananlar, hayallerine de güçlü bir kişilik kazandırdılar. Çocukluktaki gülen gözlerdeki tebessümü yok edenlerle bir arada yaşamak, hayallerimizi kirletmeye kalkışsa bile, buna izin vermeyen yüce gönüllü insanların da bu hayatta yaşadıklarını unutmamalı.
Yaşam serüvenine sancılı bir giriş yapan insan, sıcağın, soğuğun, ayazın ve nemin de payını alan doğada, kendisine bir yer edinip önce gerçek doğasına daha sonra hayallerine sığmaya başladı. Yılmadan sırtımızda taşıdığımız hayallerle yola çıktığımız bu zorlu serüven, bazen hayallerin göz kırptığı gerçeklikle baş başa kaldığımızda mutluluk, saf dışı kaldığımızda da elem ama günün sonunda da yılmayan bir güçle sebat ettirdi. Bizi ayakta tutan, güç veren mucizevi rüyalar ve hayaller, takatten düşüren yaşamın kirli oyununun da üstesinden gelebilecek kadar güçlü olup, tüm ruhumuzu kapsadı. Boyun borcuyla kutsadığımız bu hayallerle yaşayan güçlü insan, mutluluk erdemine sahip olmakta en öndeki adaylardandı.
Umuda nefes aldıran tatlı okşayışlar, gamsız toprağa sağlam basan neferleri ortaya çıkarttı. Bu sevda yüklü arayışlar, hangi zemheri karanlığı delmedi ki. Ve yine benim masum yüzlü, çağ açtıran aydın gözlere sahip, kahverengi tenli sırdaşım, sana binlerce yıl öteden getirilen medeniyet ateşini ve onun yüküyle dolu hayalleri sana bağışlayan adama iyi bak…Titrek ayaklarına güç bindiren, kollarına ve gövdene asalet yükleyen, kafana geçirilen taca, dünyanın sancılı feryadını silen ilmi yükleyen adamı tanı. Sen ancak bunlardan damıtılan gerçek bir rüyaya benziyorsun. Rüyadan evrilen hayalleri geleceğe taşı ve onu sonsuz bir süreklilikle sana verilen görevi, senden sonra gelecek olan onurlu insanlara göster. Yalansız bir düşle kurulan sevgi, en acı kederi yok eder. Hayallerimizin bir sis gibi dağılmasını engellemek için dürüst bir hayata, dürüst bir doğaya, dürüst insanlara ihtiyacımız vardır. Hayaller bu elemli çağda bile saf bir bulut gibi tertemiz ve içine yine aynı beyazlıkta bir düş inşa edebiliyor. Yılgın ve bezgin bir ömre paha biçen, yine hayallerimizdir.
Nurullah Kurtay
Comments