Nobel Edebiyat Ödüllü Heinrich Böll'ün, savaşın yıkıcı etkilerini ve insanın var olma çabası içindeki ekmek kavgasını anlattığı ünlü romanı: "İlk Yılların Ekmeği."
Heinrich Böll (1917-1985)
1917 Köln doğumlu Alman yazar Heinrich Böll, 1924 yılında eğitim hayatına başladı ve on yedi yaşında ilk şiirlerini yazdı. 1938 yılının sonbaharında çalışma kampına, bir yıl sonra da askere alındı. İkinci Dünya Savaşı’nda piyade olarak, doğu ve batı cephesinde görev aldı. 1945 yılı Nisan ayından Eylül ayına kadar, İngilizlerin ve Amerikalıların elinde savaş esiri tutuldu. Savaş bitince Köln'e döndü ve üniversite öğrenimine devam etti.
İlk öyküleri 1947 itibariyle yayımlanmaya başladı. 1967 yılında Georg-Büchner ödülünü alan Böll, 1972’de Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldu.
Eserlerinde savaşın yıkıntıları, acıları, yoksulluk, açlık, hastalık başroldedir. Savaşın yıkıcı gücünü yaşamış biri olarak bunları yansıtması çok normal. Gözlem yeteneği eserlerinde kendini açıkça göstermektedir. Kendisi de savaş mağduru olan Böll mayına bastığı için yaralanan dizini ameliyat ettirmek istemiş, bunun için beş gün evden çıkmadan kitap yazmıştır.
İlk Yılların Ekmeği (1955)
Yazardan okuduğum ilk kitap "İlk Yılların Ekmeği." Savaş konulu kitaplarda görmeye alışık olduğumuz dramatik anlatımı, bu romanda göremiyoruz. Böll'ün anlatımında acındırma ya da sömürü yok. Bu yıkıma sebep olanlara sitemi, kızgınlığı, eleştirisi var, ama asla okuru yıpratmıyor. Yıkımı, açlığı ve düzensizliği değil, yaralı ve bu yaraları sarmak için çalışan insanları, onların kendi içlerindeki savaşları insancıl bir yaklaşımla anlatıyor.
Yazar anlatmak istediklerini kısa ve net cümlelerle aktarıyor. Bu tarz nesnel anlatım bazı okuyuculara duygu eksikliği varmış gibi hissettirebilir. Ben de başta öyle hissettim. Oysa kısacık kitapta savaş sonrası yoksulluk, hissizleşen insanlar, bir parça ekmek uğruna verilen mücadele anlatılıyor. Aç kalmak, bir ekmeğe muhtaç olmak öyle derin izler bırakıyor ki, yıllar geçse de ekmeğe sahip olmak her zaman en önemli şey oluyor.
Arka planda güvensizliğin insanlarda geçmeyen bir duygu olduğu, bu duyguyla yaşamanın zorlukları, açlığın verdiği vahşilik ince ince işlenmiş. Bu ruhsal duyguların, meslek sahibi olup maddi güce kavuşan insanlarda kendini farklı şekillerde ve nasıl gösterdiği kitabın can alan kısımları. Bir de savaş sonrası zenginleşip, insanların yoksul hâlini kullanarak sömüren, korkunç derecede bencil bir kesim var ki; okurken taraf olmamak elde değil.
Sanırım tüm dünyada yaşandı bunlar. Savaşlar oldu, kazanan belli değil, ama kaybeden insanlık. Vatan toprağı uğruna savaşa giden masum halk, geride kalan kadınlar ve çocuklar. Acı çeken de aç kalan da yine onlar. Yaşanan, yazılan ve okunanlardan ders alınmıyor. Bu da acı bir gerçek.
Yazar: Sema Öklü
İnstagram: @kitapsemasi
Alıntılar
“Babamın o kadar çok kitabı vardı ki göze batmaz sanmıştım -neden sonra, onun her kitabını tıpkı bir çobanın sürüsünü ayırt edebildiği gibi tanıdığını anladım- bu kitaplardan biri küçük ve acınacak hâldeydi, çirkin bir kitaptı -onu bir kutu kibrit fiyatına elden çıkardım- o kitabın bir vagon dolusu ekmek değerinde olduğunu anladığım zaman iş işten geçmişti. Daha sonraları babam kitapların satışını kendisine bırakmamı rica etti benden, bunu bana söylediği zaman da kızardı ve kendisi satmaya başladı kitapları, bana parasını gönderdi. Ekmek aldım kendime o paralarla...”
“Bu hesabın birimi ekmektir, o ilk yılların ekmeği, benim anılarında derin bir sis perdesi altında yatıp kalmış gibi yıllar.”
Yayınevi: Can Yayınları
Çevirmen: Zeyyat Selimoğlu
Sayfa Sayısı: 112
Kategori: Roman
Comments