Bilgisayarında erişmeye çalıştığı klasörü bulamayınca, sekreterine birini çağırmasını söylemişti ve yaklaşık on dakikadır yerinde oturan çalışanın arkasında, “Değil orada değil… O da değil… Tıklama ona…” diye burnunu sokup aksileşmeye başlamasıyla taşması bir oldu:
“Kalk lan kalk! Elimde kalacaksın! Ne diye maaş veriyorum sizin gibi dingillere bilmem ki…”
Siniri ve sabırsızlığı, ağzından taşıveren patronun tükürükleri, Himmet’in omzundan klavyeye, klavyenin üstündeki ellerine ve ekrana gelmişti. Ekrandaki parlak tükürüğe bakarak dona kalmıştı ki “Hadi lan!” demesiyle irkilip ses etmeden, cevap vermeden yerine oturduğu patronun sandalyesinden kalktı. Yüzüne bakamıyor, tepki veremiyordu. Az önce yaşadığı gerçek miydi? Öyle bir şey olmuş muydu? Gördüğü muamele kadar aptal hissediyordu kendini.
“Ne dikiliyorsun hâlâ! Toz ol! Zaten bir boku beceremedin.”
“Affedersiniz.” diyebilmiş miydi? Demek istediği oydu ama balçıkla sıvanmış ağzının içinde yuvarlanan diliyle “afdersn” gibi bir şey çıkmıştı.
“Baksana adın ne senin?”
“Himmet efendim.”
“Tamam çık!”
Bacaklarına bağlanan ağırlıkla yürüyormuş gibi zorlanıyordu. Derman kalmamıştı hiçbir yerinde. Yerine oturduğunda hâlâ içi, bacakları, bir yerleri titriyordu. Neresinin olduğunu anlayacak aklı bile kalmamıştı.
“Ne oldu lan iyi misin? Oyyy… Burada mısın Himmo? Noldu b’oğlum, Tahir Bey mi kaydı, kireç gibisin. Gitti mi kızlığın he?”
“Yok be ne kayması, öğlen yemeği biraz yağlı geldi, midem iyi değil sanırım.” Gerçekten iş arkadaşının dediği gibi ırzına geçilmiş, bozulmuş, kızlığı, gençliği elinden alınmış gibi hissediyordu. Utanmıştı.
“Git elini yüzünü yıka kendine gel, kusayım deme sakın buralara.”
Elini yüzünü yıkadı. Aynaya baktı. İçine oturmuştu. Ağlayası geldi, hatta neden bilmiyordu aklına annesi geldi. Sarılıp ağlamak istedi. Gözlerini zorlayan yaş, annesine olan özlemiydi, öyle düşünmek istiyordu, yoksa kırk yaşında adamdı, saçmalamıştı, artık tamamdı. Bir iki su daha çarpıp olanları düşünmek için tuvalete kilitledi kendini. Kesin ayna duygusallaştırmıştı onu ve tabii yanlışlıkla olmuştu, yoksa görmüş geçirmiş insandı Tahir Bey. Okumuş koca adama bile isteye vuracak hali yoktu. Çarpan, dirseği ya da kolu değildi, o kesindi, çünkü kafasının sağ yanında hâlâ güçlü iki parmağı kalmış gibi hissediyordu. Asabi ve aksi biri olduğunu duymuşluğu hatta şahit olmuşluğu vardı ama azarlamak başka vurmak bambaşkaydı. Hem kasten vurmuş olsa kesin sekreterine aratıp çağırtırdı kendisini. Algoritmasına iyice inandıktan sonra biraz daha rahatlayıp çıktı daracık heladan. Son kararıydı; yanlışlıkla çarpmıştı çünkü o an çok sinirliydi, eli kolu bir yerleri göstereyim derken kafasına denk gelmişti -biraz sertçe- bu kadar basitti. Şimdiki sıkıntısı, inşallah aratıp çağırtmazdı kendisini idi, zaten kabul etmişti isteyerek olmadığını ve kendi kendine konuyu kapatmıştı. Korkusu, bir daha o odaya girebilme ihtimaliydi, o yüzden öleceğini bilse de bulabileceği en iyi bahaneyle girmeyecekti. Nokta.
Korktuğu ama yine de saygısını ve gururunu onaracak o telefon ya da çağrı gelmedi. Kafasını ne konuşulanlara ne de işine verebiliyordu. İlk iş deneyimi değildi ama ilk defa ihracat yapan büyük bir firmada çalışıyordu. Bundan öncekiler, iş tanımına uygun olmayan karın doyurmaya yarayan bilgi işlem adı altında, telefon hatlarını bağlayıp dâhili numarası tanımlamak ya da mail hesapları açıp, arızalı bilgisayarları tamire götürüp getirmekti. Meslek lisesi çıkışlıydı, kendini geliştirememişti, o nedenle Hakan ağabeyinin anca ona kefil olması üzerine şimdiki çalıştığı yere girebilmişti dört sene önce. Onunla da bilgisayarları tamire götürdüğü yerde tanışmıştı. Akıllı adamdı Hakan, akşama kadar fabrikada bilgi işlem müdürü olarak çalışıp işten sonra kendine ait bilgisayar toplama yerinde, yetiştirdiği elemanlarından gün sonu raporu alıp aylık maaşına günlük kazanç ekliyordu. Himmet’e de bir akşam dükkâna uğradığı zaman rastlamıştı, saatlerdir bekliyor olduğunu öğrendiğinde sabrına ve efendiliğine hayran kalmıştı. Kolay değildi artık böylesi yüzü kadar temiz, iyi ve güzel huylu insanlarla karşılaşmak. Ama o gün kaderine gülen Hakan ağabeyi izinli olduğu için gelmişti tüm bunlar başına, e hayat bir yerden sonra verdiklerini alan denklemiyle büyüyen bir çocuktu Himmet. Kendinden ödün verdiği günler başlamıştı.
Mesai bitiminde servislere dağıldıktan sonra evine varana kadar kafasından atmalıydı. Daha en başından anlaşmışlardı karısıyla; aralarında gizli saklı olmayacaktı. Bu ufak sırrını evin huzurunu bozmamak için derin bir nefesle gülüşünün arkasına sakladı.
“Hoş geldin Himmet’im.”
“Hoş bulduk Gül’üm.”
Yenilen akşam yemeği ve içilen çaylardan sonra hayatın tüm dertlerini dokuz aylık oğluyla oynayarak unutmuştu.
“Paşam sen babanı mı eğliyorsun?”
“Ya sorma büyüdü de babasına oyunlar yapıyor aslan parçası.”
“Hadi iyi geceler deyip yatalım, babamız da dinlensin.”
Genç yaşlarını tükettikten sonra görücü usulü evlenmişlerdi. Ne Himmet’in aradığı biri vardı ne de Gül’ün bulduğu biri. Sonunda büyüklerin araya girmesiyle bir hayat kurmuşlardı ama tutmuştu mayaları. Alıştıkça sevmişlerdi birbirlerinin huylarını. Himmet’in iyi huylu, sakin ve evcimen olması yetmişti Gül’e. Karısının da şefkatli, merhametli ve anaç olması da dünyaları vermişti Himmet’e. Yuvarlanıp devirdikleri altı yıllık evliliklerinin üzerine titredikleri oğullarıyla da taçlandırmışlardı. Her şey bezeksiz ve kâfi idi.
“Bir şeyin mi var Himmet? Pek solgun ve dalgınsın bu akşam.”
“Yok be Gül’üm, Hakan ağabey izinliydi bugün, ondan yoğunluk vardı. Yorgunluk sadece.”
Başını kocasının omzuna koyup “Şükür halimize.” dedi. Şükürdü tabii.
***
Olaydan on gün sonra Himmet sindirmiş ama unutamamıştı. Unutamazdı; zaten kalbini yanlışlıkla kırdıklarının gönlünü almadan kapatmadığı bir defteri olmamıştı bu zamana kadar.
“Alo. Hakan Bey’i çağırıyor Tahir Bey.” Arayan Tahir Bey’in sekreteriydi.
“Hahakan Bey eğitim veriyor. Yeni kukurulan sistemin eğitimi.” Kalbi boğazında atıyordu. Yanında Tahir Bey’in olmadığına yemin edebilirdi ama midesine atılan yumrukta Tahir’in parmak izleri olduğuna emindi.
“Peki, o halde siz gelin. Sistemde bir sorun var.”
Tamam diyemedi. Geliyorum ya da gelemem ya da bundan önce planladığı ölesiye bahanesi bile yoktu. Ses veremedi.
“Alo…”
“Gegeliyorum.” Gidecekti tabii ya ne yapacaktı. Bekletip köpürmesine neden olmadan, ahizeyi yuvasına yerleştiremeden kablosuna takılıp tökezledi. Yerinden kalktığında çalışma arkadaşlarının arkasından kıs kıs güldüğünü duyabiliyordu. Kapıya vurup girdi.
“Hakan Bey yeni kurulan sistemin eğitimini veriyor efendim. Ben yardımcı olayım size Tahir Bey.” dedi. Hatta söylerken kendi bile şaşırdı nasıl bir kerede akıcı ve net olduğuna. Korkusu kapının ötesinde hatta oturduğu sandalyesinde kalmıştı sanki.
“Ya gözünü seveyim şu dosyayı kaydet. Dondu kaldı hiçbir şey yapmama izin vermiyor. Kaydet diye tıkladım sanki ama çok da emin değilim… Aman sakın kaybolmasın.”
“Bakayım efendim. Müsaade ederseniz…” yerine oturduğunda gerildi yine ama bütün dikkatini ekrana vermesi gerekiyordu yoksa bu pamuk halinden eser kalmayacaktı.
Çok paralar verdim bu sisteme diye diye cebinin ne kadar kabarık olduğunu anlatıyordu yine ensesinde. Sürekli izleyip konuşuyor olması piri olmadığı işinde daha da acemi olmasına neden oluyordu. N’oldu, oldu mu, oluyor mular başladığı anda ensesine inen terle ürperdi. Olmuyordu. Neyi denediyse ekrandan çıkamıyordu ve bunu çok net bir şekilde Tahir Bey de görüyordu.
“Bir şey daha deneyeceğim. Sistem yeni kurulduğu için şu an herkesin bilgisayarı da açık, o nedenle kasma yaptı.” Kendince uydurduğu teorisine inanmak istiyordu.
“Tamam mı?”
Değildi tamam falan. Olmuyordu ve olmadığını ikisi de gördükçe dalgaların sesi yaklaşıyordu kulağına. Üslubu ve sesi daha sertti.
“Çok az kaldı efendim. Çalışmayan programları sonlandırdım işlem biraz zaman alıyor. Ekranda da yazıyor işlem süresi.” diye söyledikten sonra sıtmaya tutuldu.
“Ne sokum işler bunlar! Bu kadar para ver gel bir de bekle!”
“Hangi sürücüye kaydetmiştiniz dosyayı?”
“Masaüstündeydi.”
“Dosya adı neydi? Öyle aratalım.”
Yoktu. Olsa da fark etmeyecekti. Daha açıklamasına izin vermeden ok yaydan çıkmış ve olan olmuştu.
Boğazı düğüm, gururu gömleğinin omzu gibi yırtıktı. Gidemedi hemen yerine. Çok inanarak hesapladığı algoritmasını tekrar düşünmek üzere sığınağına doğru yol aldı.
***
Aylar geçmişti. Çok görmüş, geçirmiş dediği Tahir Bey en ufak bir sorunda Himmet’i çağırtır olmuştu. Unutamam diyen Himmet ise artık yadırgamıyordu. Suskundu. Yanlışlıkla yakıştırmasıyla başladığı şiddet gün geçtikçe artmıştı. Yırtılan gömleklerin yerine tenin tene değdiği, tükürüklerin yüzüne isabet ettirildiği özel toplantılar almıştı.
Çalan her telefon yerinden sıçramasına neden olduğu için çalışma arkadaşları arasında alay konusu olmuştu. Konuşulanlar, fısıldaşmalar hatta sessizlik bile Himmet’e çok dokunur olmuştu. Aynı renkte olduğu; solan Aslı Hanım, dilsizleşen Funda Hanım, korkan Necmiye Hanım’dan medet ummak ise nafileydi. Kulağında, içinde, aklında şeytanın sesi vardı artık. Bir kere karşı çıksaydı hatta en başta ters bir bakış bile atsaydı başını yerden kaldırmasına yetecekti. Bu sefer diye inanarak girdiği odadan her defasında mağlup olarak çıkıyordu. Derisine kazıdığı her yeni çizikle yaptığı hesaplar, hesaplaşmalar kendini kilitlediği o küçük duvarlara sığamaz olmuştu. Yeni algoritması tamamdı. Dokunmasına izin vermeden elini sıkıca kavrayacaktı. Fazlası olamazdı, olmamalıydı. Yediği kaba pisleyemezdi. Bu illetin devası tamamdı. Vurmasını engellemek için ellerini tutacaktı. Nokta.
“Alo, Himmet Bey’i çağırıyor Tahir Bey.”
“Himmet lavaboya kadar gitmişti, geldiğinde iletirim.”
Himmet çaresiz. Himmet sessiz. Himmet nefessiz.
Burcu Kurtulan Kaya
Comments