"O çok sevdiğin kırlangıçlar senin şiirlerinde güzeldi. Hani şu yazıp yazıp paylaşmadığın şiirler vardı ya… Kocaman bir kırlangıç olup uçtun, gittin işte."
Dün, bu akşamın hayallerini kurarken takvimden koparılmıştı sayfan. Göğsündeki amansız acıyı dünya ağrısı sandın, değildi. Dünya ağrısı ölüm gibi bir şey miydi? Duysam sesini, görsem yüzünü soracaktım, soramadım. Sırtındaki dağın çiçeklenmiş bağıydı bütün özlemin, kavuşamadın. Ölüm dediğin şey dostun dostla muhabbetini keserdi değil mi? Mezarına ekeceğim çiçeklerin kökleri sana ulaştığında geçer mi dünya ağrın?
Son zamanlarda saçlarını geriye atmayı unutuyor muydun, dağınık mı sevmeye başladın, anlayamıyordum. Acaba o gün kaç kere “Yarın.” dedin “Nafer yarın.” bugün işte o yarın ama sen eksik, bizden eksilmiş bir yarın...
O çok sevdiğin kırlangıçlar senin şiirlerinde güzeldi. Hani şu yazıp yazıp paylaşmadığın şiirler vardı ya… Kocaman bir kırlangıç olup uçtun, gittin işte. Bir mesajının sonunda bana “Edebiyatın iyiden iyiye kaybolmaya başladığı bu sığ sosyal medya dünyasına rağmen böyle şeyler yazman çok güzel. Senin gibi yazan daha bir sürü genç insan olduğunu düşünüyorum. Sığ sularda herkesle birlikte dolaşıp sonra kendi hazinesi içinde yaşayan bu insanlar bir gün ortaya çıkacaklar, bu sığ sulardan geçerek varacağız daha derin yerlere. Muhtemelen yine de birçoğu bir süre sonra vazgeçecek, vazgeçmeyenler kalacak geriye.” dediğinde benim gibi acemi birine yazdığın o uzun mesajın kıymetinin idrakine varabildim.
Ben ve Damla Karakuş evine ilk adım attığımızda çekildiğin inzivanın kokusu hüzünlüydü. Belki tüm yazdıklarına kırgındın, belki yazamadıklarına. Hayallerin vardı değil mi? Bugün senin o düşlediğin yarındı, ama takvimden koparılmıştı sayfan. Ben, yazarlık serüvenimin başladığı, yalpaladığım ve bilmediğim bir dünyaya ilk adımlarımı attığım bir anda hiç tanımadığım bir yabancı olarak başlayan dostluğumuzun ve sonrasında bana kattığın ve savrulmamı ve de yitip gitmemi engellediğin için sana tüm kalbimle teşekkür ediyorum.
Ete bürünmüş küçük bir kalbin, büyük gölgesinde; bana dünyanın varoluşundan bu yana kadim bir gelenek olan tecrübe ağacından bir ısırıklık elma uzattığın için müteşekkirim.
Bu dünyadan bir Nafer Ermiş geçti…
Saygı ve Özlemle
Kanatları kırıldı ölümün
Bedenleri alıp gitti yeryüzünden
O çok sevdiği kırlangıçlara baktı
Sevdiği kadın gibi düşen yağmura
Tılsımını yitirmiş gençliğine
Gözünde deniz
Kalbinde sinsi bir ağrı
Yarına kalsın dedi umutlar
Oysa yarın yaşayanlar içindi
Önce umudu gitti, sonra gülüşü…
Yoğun zeytin kokusu vardı havada
Gemlik üstünde sis, denizi hapsetmiş
Yarın dedi Nafer yarın
Oysa yarın yaşayanlar içindi
Önce umudu gitti, sonra düşleri
Yitirdi neşesini tüm anlamlar
Ölüm eşikte bekledi
Baktı, baktı, baktı…
Bir kırlangıç çarptı buğulanmış cama
Düştü, uçtu gitti…
Uğur Portakal
Nafer Ermiş
1964 yılında Denizli’de doğan Nafer Ermiş, Mülkiye’yi bitirdikten sonra Almanya’ya gitti. On yıl boyunca kaldığı Almanya’da Bremen Üniversitesi Felsefe, Kültür Bilimleri ve Alman Filolojisi bölümlerinde eğitim aldı. İki dönem boyunca Franz Kafka üzerine derslere katıldı. Türk öğrenciler için Ekonomi Türkçesi dersleri verdi. "Gökyüzüne Ağır Gelen Kuş," "Hayat Böyle Bir Şey" ve "Öteki Aşk" isimli kitapların yazarı olan, editörlük ve çevirmenlik de yapan Nafer Ermiş, okurlar tarafından Stefan Zweig, Lev Tolstoy ve Franz Kafka gibi yazarlardan yaptığı çevirilerle de tanınmaktadır.
Comments