"Günümüz şiirinin çok başarılı ve etkilendiğim örnekleri var. Özellikle Türkçe şiir açısından 2000’lerden itibaren oldukça etkileyici ve heyecan veren bir süreç işlediğini düşünüyorum. Boğucu ve anlamsız imge patlamalarından da, şairanelikten de, cılkı çıkmış lirizmden de uzaklaşma sürecini değerli ve anlamlı buluyorum."
21 Mart Dünya Şiir Günü için bir şairle şiir üzerine konuşmak istedik! Pandabiyat ekibinden İrem Doğu, şair Ömer Burçin Özkişi ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Özkişi ile şiir anlayışı, günümüz şiirine bakışı ve yeni çıkan kitabı "Doppler Etkisi" üzerine konuştuk.
Dünya Şiir Günümüz kutlu olsun!
İrem Doğu: Merhaba Ömer Bey, Pandabiyat’a hoş geldiniz. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Ömer Burçin Özkişi: Merhaba. 1988 yılında Malkara/Tekirdağ’da doğdum. 2012 yılında Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Şu an İstanbul’da yaşıyorum. Uluslararası bir lojistik firmasında çalışıyorum.
Elimden geldiğince edebi ve politik okumalar yapmaya gayret gösteriyorum. Barbarları Beklerken Edebiyat Fanzini’nin yayın kurulunda görev alıyorum. Aynı zamanda Barbarları Beklerken Sanat Kolektifi içerisinde yer alıyorum ve bu açıdan kendimi çok şanslı hissettiğimi söylemeliyim.
İlk kitabım aslında kendi bastırdığım çok vasat hatta şiir bile denilmeyecek metinler toplamı olduğu için onu saymazsam iki şiir kitabım basıldı şu ana kadar. En son yakın zamanda “Doppler Etkisi” isimli kitabım Kaos Çocuk Parkı Yayınları tarafından basıldı. Aslında içime sinen tek şiir kitabım da “Doppler Etkisi”dir. Bir önceki şiir kitabım “Zamanın Kül Dediği” ile “Doppler Etkisi” birbirinden çok farklı kitaplar. Poetik açıdan olumlu anlamda bir kopuş yaşadım diyebilirim kendi açımdan. Bu gelişimimde çok büyük emeği olan sevgili dostum Dolunay Aker’i anmadan geçemem. Onun desteği ve emeği olmasa içime bu kadar sinen bir kitap yazabilir miydim? Sanmıyorum.
İ.D: Şiir yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? Sizi şiir yazmaya yönelten etkenler nelerdi?
Ö.B.Ö: Şiir yazmaya lise yıllarımda başladım. İç dökme türü niteliksiz ama samimi metinlerdi. Şiirden çok her şeye benzemeleri dışında tabii. Şiir yazmaya yönelmem lise yıllarında şiir okumaya heves etmemle başladı sanırım. Şiir üzerine düşünmem ve bu konuda daha derinlemesine okumalar yapmam aslında toplasanız üç yıl yoktur. Bu anlamda otuz yaşımdan sonra şiir yazmaya başladım desem daha doğru olur sanırım.
İ.D: Sizin için bir şiiri yazma süreci nasıl yaşanıyor? Ömer Burçin Özkişi’nin şairliğini besleyen şeyler nelerdir?
Ö.B.Ö: Şiir yazma süreci biraz sancılı olabiliyor benim için. Herkesin kendine has bir üretim süreci vardır muhakkak. Ben daha çok saatlerce masa başında çalışarak yazabiliyorum. Yazıp silip tekrar yazıp tekrar silip vb. Bir oturuşta şiir yazabildiğimi hatırlamam hiç. Oldukça yoğun bir çalışma sonucu şiir üretebiliyorum.
Yazdığım şiirler neyden besleniyor sorusuna verebileceğim en kestirme cevap şudur sanırım: Toplumların eşitlik ve özgürlük bayrağı altında yaşayacağı; her türlü ezen/ezilen ve sömürü ilişkisinin tarihin çöplüğüne gönderileceği bir dünyaya olan inancımla, içinde yaşamak zorunda kaldığım bu çürümüş ve hepimizi çürüten mevcut dünya arasındaki şiddetli gerilimlerin tamamından besleniyorum diyebilirim.
İ.D: Bir şair için kurguladığı dünya salt gerçeğin ne kadarını aktarabilir? İmgeler dünyasıyla gerçek dünya birbirini ne derece etkiliyor? Şairin, yazarken zihnindeki kadar özgür olabileceğini düşünüyor musunuz?
Ö.B.Ö: Kurgu gerçeklikten görece özerkleşebilir ki bu da şairin özgürlük alanıdır kanımca. Ne kadar aktarabilir sorusundan ziyade ne kadarını aktarmak ne kadarını çarpıtmak ve hatta ne kadarını susmak ister daha doğru bir soru sanki.
İmgeyi nasıl kullandığınız ya da nasıl tanımladığınıza göre bu soruya farklı cevaplar verilebilir sanırım. İmge şiir üzerine yapılan birçok tartışmada en temel sorunsallardan biri olmuştur hep. Örneğin Attila İlhan farklı dönemlerde farklı şiir akımlarını eleştirmek noktasında imgeyi çoğu kez eleştirisinin merkezine almıştır. Fakat o dönem de dâhil imgenin tanımı çoğu zaman müphemdir. Kendi açımdan imge, şiirde anlamı ön plana çıkarmayı başardığı ölçüde değerlidir. Fakat özellikle ikinci yeni ve sonrasında uzun yıllar imge o kadar şiir ile şiir olmayanı ayırt etmenin temel kıstası haline getirildi ki, ortalık anlamdan tamamıyla kopuk ya da aşırı zorlama ve bıktıran imgelerle tıka basa doldurulmuş şiirlerle doldu taştı. Şükür ki 2000’ler sonrasında giderek bu algı büyük oranda kırıldı. İmgeler dünyasının gerçekler dünyasından temellendiği ölçüde ondan özerkleşmeye kadir olduğunu fakat tam olarak bağımsızlaştığı noktada şiiri güçten düşürdüğüne inanıyorum
Kendi adıma epey özgür davranmaya çalışsam da yine de bir oto-sansür uygularken buluyorum kendimi zaman zaman.
İ.D: Bazı yazarlarla özdeşleşen imgeler vardır. Zaman, mekân, oyun, labirent, yol, kent vb. Kendinizle özdeşleştirdiğiniz bir imgeniz olduğunu düşünüyor musunuz? Bu imge sizin için neyi ifade ediyor?
Ö.B.Ö: Düşünmüyorum açıkçası. Belki farkında olmadan tekrar ettiğim imgeler olduğu söylenebilir dışarıdan bir okur tarafından ama bir özdeşlik halinden bahsedemem.
İ.D: Şairin hayatı şiire dâhil midir?
Ö.B.Ö: Benim açımdan evet.
İ.D: Şairin, topluma karşı sorumlulukları var mıdır ya da olmalı mıdır? Varsa size göre nelerdir bu sorumluluklar? Ve şiirlerinizde sizin toplumsal konulara bakış açınızdan bahseder misiniz?
Ö.B.Ö: Şairler/sanatçılar için bu ne zaman sorulsa garipserim bu soruyu. Mesela bir işçiye yahut bir esnafa ya da ne biliyim bir garsona bu soruyu sormak aklımıza gelmezken neden şairler sanki doğalında çok “özel” insanlarmış gibi genel bir algı var anlamıyorum. Kaldı ki toplum dediğimiz kategori homojen bir bütünlük değil. Sınıflara bölünmüş, ezen/ezilen kimliklere bölünmüş. Hangi toplumsal sınıf/sınıflara karşı sorumluluk duymalı mesela? Ya da ezen/ezilen ilişkisinde kime karşı sorumluluk duymalı? Benim bu konuda safım gençliğimden bu yana hep nettir. Sömürülenlerle ve ezilenlerle omuz omuza yürümek, onların eşitlik ve özgürlük mücadelelerine yoldaş olmaktır sorumluluğum, bedeli neyse de kabulümdür. Keşke daha çok şair, daha çok işçi, daha çok öğrenci vb. aynı kesimler için böyle bir sorumluluğu sırtlansa. Ama sırf şair olmak otomatikman kimseyi bu mücadeleye taraf kılmaz. Şairlerin bugün çok çok küçük bir azınlığı dışında çoğu “solculuğu” bir imaj olarak üstüne giyiyor. Varlık Dergisi rezaletinde de bunu çok net gördük. Başka zaman solcu pozlar kesen şairlerin gıkı bile çıkmadı. Böyle “duyar” kasıp solculuk oynayan çok “sorumluluk sahibi” şairler yarardan çok zarar aslında. Eksik kalsınlar. Kastım bu.
Benimle ilgili kısmına dair az çok anlaşılmıştır zaten ama tekrar vurgulamak isterim; dünyanın neresinde olursa olsun tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin mücadele pratiklerinin yanında konumlandırıyorum kendimi. Sorumluluğum bu anlamda var elbette. Fakat şair olduğum için değil, Marksist bir şair olduğum için.
İ.D: Belki onlara da soruluyordur ama bir edebiyat sitesinde yayımlanmıyordur. Peki şiirinizde sizin için önemli olan biçim mi yoksa anlam mı? Günümüz Türk şiirinin hangisine yakın olduğunu düşünüyorsunuz?
Ö.B.Ö: Ben öz-biçim ilişkisini Hegel’den Marks ve Engels’e uzanan diyalektik yöntem üzerinden değerlendirdiğim için bu sorudaki düalist mantığın dışında bir pozisyonu savunuyorum. Diyalektik mantık açısından biçim özün içerisinde ve onunla birlikte oluşum halindedir. Yani biçim öze dışsal değildir. Bu sebeple öz-biçim diyalektik birliğini savunuyorum. Anlam olmazsa olmazdır benim açımdan yazdığım şiirde, fakat bunu uygun bir biçimle ifade edemediğiniz sürece yine ciddi bir sorun yaşarsınız diye düşünüyorum.
İ.D: Günümüz şiirine ve şairlerine bakış açınız nasıl? Modern şiiri nasıl tanımlarsınız?
Ö.B.Ö: Günümüz şiirinin çok başarılı ve etkilendiğim örnekleri var. Özellikle Türkçe şiir açısından 2000’lerden itibaren oldukça etkileyici ve heyecan veren bir süreç işlediğini düşünüyorum. Boğucu ve anlamsız imge patlamalarından da, şairanelikten de, cılkı çıkmış lirizmden de uzaklaşma sürecini değerli ve anlamlı buluyorum. Kendi çağının nabzını tutuyor yeni şiir. Bu kelime şiirde asla yer almaz denilen şeyi şiire sokuyor ve gayet de güzel yapıyor.
Modern şiir üzerine iki üç cümleyle bir tanım yapamam. Sadece şunu söyleyebilirim; modern şiir, yeninin izini sürmekten vazgeçmeyen, tutuculaşmayan, anti-konformist, özcesi devrimci barutunu tüketmeyen modernist refleksler sayesinde var oldu, olmaya da devam edecektir.
İ.D: Sevdiğiniz, etkilendiğiniz yerli ve yabancı şairleri bizimle paylaşır mısınız?
Ö.B.Ö: İsmet Özel, Nâzım Hikmet, Enver Gökçe, Adnan Yücel, Rimbaud, Baudelaire, Sylvia Plath, Pablo Neruda, Ezra Pound, Füruğ Ferruhzad, Ali Özgür Özkarcı, Anıl Cihan, Necmi Zekâ, Birhan Keskin, Naile Dire, Komet, Eren Safi, Ahmet Güntan, Dolunay Aker, Sultan Gülsün...
İ.D: Son şiir kitabınızın ismi Doppler Etkisi. Kitabınızdaki 22 şiirden birinin ismi aynı zamanda. Neden bu ismi seçtiniz? Sizin için ne ifade ediyor?
Ö.B.Ö: Doppler Etkisi isimli şiirim aslında 17.yy’da İngiltere’de başlayan “çitleme hareketi” olarak da bilinen ilkel sermaye birikim sürecinden, emperyalist küreselleşme olarak tanımlayabileceğim yaşadığımız bu çağa kadar olan bir tarihsel sürece dair kısa değiniler ve kesitler sunan bir şiir. Kapitalizmin tarihine dair o şiir aslında. Ve o şiirde bir üçlük var:
“Durakta bekleyene
Daha pes gelir sesi
Yanından geçip giden trenin”
Burada kastettiğim şey aslında tüm kitabın politik izleğinin özeti. Bu üçlükte doppler etkisinin gündelik bir örneği var aslında. Yani bir trenin size doğru yaklaşırken sesinin tizleşmesi ve uzaklaşırken pesleşmesi aslında doppler etkisinin pratik bir örneğidir. Ama benim bu dizede kastettiğim şu; tarih önümüzden akıp geçiyor (tren) ve biz o treni sadece izliyoruz, edilgen kalıyoruz, harekete geçmiyoruz. Halbuki o trene binmeliyiz, gerekirse treni raydan çıkartmalı ya da makas değiştirmeliyiz. Ama bunu yapamadığımız ölçüde giderek tarihin o gürül gürül akışını duymaz, duyumsamaz, görmez oluyoruz. Sağırlaşıyoruz, körleşiyoruz. Çürüyoruz kısaca.
İ.D: “Köleler, bir gülümsemeleriyle / efendilerinin gücünü sıfırlar. / Kendi boşluğunda uçmanın / neresi mahkumiyettir? / Sorarım size.” Sultan Gülsün’ün epigraf olarak kullandığınız bu dizeleri şiirlerinize nasıl bir ışık tutuyor?
Ö.B.Ö: Sultan çok sevdiğim bir şair dostum. Bu dizeler efendi/köle diyalektiği üzerinden kölelerden (ezilenler/sömürülenler) taraf olan ve bu anlamda biz “modern köleler” için de umut veren dizeler. “Kendi boşluğunda uçmanın/ neresi mahkumiyettir?” diye sorduğu kısım ise kitabın yine birçok şiirinde kendi kişisel ve sıkıntılı süreçlerime dönük ve sanki ben yazmışçasına benimsediğim dizeler. Epigraf bu anlamda “Doppler Etkisi”nin temel dertlerine güçlü bir göndermede bulunuyor kanımca.
İ.D: Şiirlerinizde özellikle dikkati çeken, tekrarlayan bazı sözcükler var. Bunlardan biri özellikle ilgi çekiyor. Çocuk-çocuklar-çocukluk gibi… Bu sözcüklerin şiirinizdeki yeri nedir? Sizin için neleri ifade ediyorlar?
Ö.B.Ö: Çocukluğunuzdan taşıdığınız fazlaca travmanız varsa şayet, o “çocuk” la kapanmayan bir hesabınız var demektir. Ya da o çocuğun sizinle bir hesabı. Belki de ikisi aynı şeydir.
İ.D: Şiir tüm edebi türlerin anasıdır deriz. Fakat aynı zamanda en az okunan türdür. Çok sık sorulan bir soru ama size göre şiir neden daha az okunan bir tür olarak karşımıza çıkıyor? Mesela İlhan Berk “Şiiri okumak, şiiri sevmek herkesin hakkıdır ama anlamak herkesin hakkı değildir.” diyor. Katılır mısınız? Sorun okurun şiiri anlamakta zorluk çekmesi olabilir mi?
Ö.B.Ö: Hızlı tüketilmeye müsait olmayan her edebi ve sanatsal üretimin kaderi, bu sistemde kaçınılmaz olarak böyle olmak durumunda. Zaten milyarlarca insan küçük bir azınlığın servetine servet katması için açlık sınırında yaşamaya mecbur bırakılmış. Servet sefalet kutbu günden güne hızla arttıkça insanlar bırakın okumayı en temel ihtiyaçlarına bile ulaşamaz hale geliyor. Az çok eğitimli ve orta gelirli bir kesim ve burjuvazi bu olanaklara sahip sadece, İlhan Berk’in söylediği şey bu olgunun doğallaştırılmasıdır ve kesinlikle katılmam mümkün değil bu ifadeye. Tüm dünyayı omuzlarında taşıyanların her şeyin en iyisini hak ettiğini düşünüyorum. Bugün işçi sınıfının ve emekçilerin zaten şiir okumaya ne vakti kalıyor ne de imkânı var. Buradan yoksul halkın eğilimlerine/beğenisine göre şiir yazalım gibi bir algı oluşmasın kesinlikle. Sanatın kendi içsel dinamikleri var ve o kendi sürecini işletmek zorunda.
Benim itirazım ise bu mevcut durumun doğallaştırılmasına/meşrulaştırılmasına.
İ.D: Okurlarınızla ilişkiniz nasıl?
Ö.B.Ö: Açıkçası çok çok az okurum var. Yani toplasanız bir düzine etmeyebilir. O yüzden pek bir ilişkim de yok. Bunda Dolunay ve Sultan dışında hiçbir şair dostumun/arkadaşımın olmaması da etken sanırım. Dert etmiyorum ama cidden. Ben yazdım elimden geldiğince, okumak isteyen okur.
İ.D: Son olarak Dünya Şiir Günü’nde Pandabiyat okurlarına ne söylemek istersiniz?
Ö.B.Ö: Bu kısma kadar gelebildiyseniz sabrınız ve emeğiniz için her birinize teşekkür etmek isterim. Şaka bir yana, gerçekten hem sizlere hem de değer verip okuyan tüm okurlarınıza çok teşekkür ederim.
Comments