Ağzındaki lokma sol yanağında birikirken, “Babalar hayal kırıklığıdır,” dedi. Gözlerindeki dumanı görebilirdiniz. Kurum inmiş gibiydi gözlerine, net göremiyordu epeydir. Gözlerine indirdiği perdeden hiçbir şeyi mi seçemez insan? Hemen de anlaşılıyordu hayata flu baktığı ama o perdeyi görmeyi ve bu kadar ağır bir laf duymayı da beklemiyordu insan hastane odasında, refakatçilik oyununun ilk raundunda.
Lafına laf vermek lazımdı ama ne desem nafile olacaktı bunun üstüne. Yutkundu Celil, onunla birlikte ben de yutkundum. Nedenini sorsam mıydı? Yok boş ver, neme lazım, sorup da ne yapacağım? Neler duyacağım cevap diye kim bilir? Bir dünya dert tasa, işin yoksa dinle dur, bak şunun surata, sormasam da anlatacak belli, bekliyor ki sorayım da lütfen anlatıyor olsun derdini. Ekmeğine yağ sürsem mi? Ne yapayım? Telefon çalıyor filmlerde böyle anlarda. Çaresi yok, konuşacağız. Yok başka yolu.
“O ne biçim laf lan Celil?” diye sordum.
“O biçim!”
“Neden dedin öyle? Peyami Amca iyidir.”
“İyidir de nerede Peyami Amcan? Yarın beni ameliyata alıyorlar. Nerede Peyami Amcan?”
“Gelecek gibi değil, aklı yerinde mi?”
“Niye unuttu her bir şeyi? Ne biçim adalet bu? Hani Allah’ın adaleti en yücesiydi? Bana dediği her lafı unuttu Peyami Amcan, ben unutamıyorum!”
“Ne hırlıyon lan köpek gibi, tövbe tövbe, adamı günaha sokuyon. Şurda yarenlik ediyoz sana son...”
“Söyle söyle. ‘Son kez,’ diyecen değil mi? Ölüyorum ben, sen de kalacan buralarda artık babamla. Sarılıp sarılıp ağlaşırsınız arkamdan.”
“Ne ağlayacaz be… Tövbe ya Rabbim. Sus lan, döverim seni Allah’ıma, ölecekmiş. Alt tarafı sikindirik bir ameliyata girecen.”
“Sensin sikindirik. Lan karaciğeri alacaklar. Nesi basit?”
“Biliyom da tarihte ilk kez mi yapılacak sanki? Kaç kere yaptılar? Viski içirilip ameliyat yaptırılan zamanlarda mısın da masada kalacan? Üç gündür beynimi siktin, ‘Ölecem de ölecem,’ diye. Yeter lan, öl de kurtul, ben de kurtulayım! İnsan bu kadar çağırır mı Azrail’i! Davete birinde icabet etmese diğerinde edecek, özünde melek adam!”
“Adam?”
“Hemen eleştir, sen daha iyi konuşursun ya, konuş o vakit.”
“Adam mı melek mi karar ver.”
“Melek adam, ne olcak? Amma uzattın be Celil. Allah’ın adını veriyom yeter gari susacan mı?”
“Ben söz vermem.”
“Biliyorum tamam, baban söz vermiş de tutmamış, tamam lan kaç yaşına geldin, iki kere evlendin, iki kere boşandın, şu babanı bi bırakmadın. Sen de babasın. Seni de kızlara mı sorsak acaba? Soralım mı? Ha Celil? Tövbe tövbe vallahi ne çakıldaklı adamsın. Sen diyorsan doğrudur. Ne yapacağım üç gece seninle bilmem!”
“Üç gece kalır muhtemelen Fehmi Bey,” dedi demincek doktor koridorda görünce beni. Masada kalmazsa, şerefsizim ümüğüne çökerim bunun. O yoğun bakımda hastaları tahtalı köye gönderen hemşirelerden yok mu ki bu hastanede de? Anlaşsam onlardan biriyle. Vallahi gerek yok çekmeye, bu ne böyle?
“Bunu da giydirdiler bana be, götüm açık ya lan, arkası hep mi açık bunun Fehmi?”
“Karıştır bakalım lafı… Açık ya, hep açık arkan.”
“Önüm kapalı, demek ki arkamız o kadar da ehemmiyetli değilmiş yanlış belletilmiş bize.”
“He ya götü kollamanın bir anlamı yokmuş, karaciğer daha mühimmiş, baksana. Gülme gülme! Hadi bitirdinse kapının önüne koyayım tepsiyi, ne yedin be Celil, milletin bu hastane yemeklerini içi almaz, sen hamutuyla götürdün.”
“Al koy tepsiyi, doydum, bir çay mı kapıp gelsen kantinden.”
Tabii babanın uşağı var. Aman sus, sakın hatırlatma babasını falan. Çenesi durmuyor o mevzuda.
“Olur, sen de on ikiden sonra yeme içme dediler diye bokunu çıkarma bak, bir istiap haddi var biliyon midenin de.”
“Bilmem mi aynı babam gibi konuştun, istiap haddi.”
Yok o başka bir tali yola girmiyor ki, hep babasında aklı.
“‘Celil evladım eşyanın tabiatına aykırı bu yaptığın, hiç tasvip etmiyorum, sana söz verdiğim bisikletle walkmanı almayı bir kere daha düşüneceğim bak böyle giderse…’ Her şey şarta şurta bağlıydı onunlayken, mutluluğum da mutsuzluğum da. İyi bir çocuk olduğumdan hak etmişimdir ya da bir kabahatim vardır da elime geçmemiştir beklediğim. Rabbimin bana öğretme sistemi şarta şurta bağlıydı her defasında. Hiçbir şey ama hiçbir şey öyle durup dururken olmazdı. Olamazdı, her şey benim elimdeydi.”
“Celil bıraksan artık bunları.”
“Ben neden şimdi karaciğerimi bırakacam bu masada? Neyi yanlış yaptım da başıma geldi bu musibet? Ha? Fehmi ne dersin? Ben terk edildim be! El kadar çocuktum. Beslenmem bile olmadı, tost alırdı öğretmenim her gün.”
“Ayna oyununu oynamıyorduk hani!”
“Ne oyunu lan bakma o kılçık doktora, ne oyunu, benim hayatım bu işte. İçtim, çok içtim; ondan olmasın?”
“Olabilir de bırak kendine dönmeyi.”
“Kime dönecem Fehmi? Kim var dönüp de bağırabileceğim hayatımda, aha bi sen işte”
“Bana da…”
“Sana da bağıramıyorum, ya gidersen; iyice yalnız kalırım.”
“Sakin ol buradayım ben.”
“Ne zamana kadar? Narkozdan uyanınca sen de gidecen. Bıraksalar ümüğümü sıkıcan!”
“Nereden çıktı lan o?”
Hissikablelvuku mu lan bununki? Yüksek sesle demedim. Ya dedimse. Vallahi hatırlamıyorum. Şu ameliyat bitse de hayırlısıyla, gitsek. Hemşire de uğramadı epeydir. Tansiyonu çıktı kesin, gelse bi baksa.
“Celil ben bi hemşire bulayım, dur?”
“Bıktın benden, ben bile bıktım sen hayli hayli…”
“Bıkmadım senden ama bıktığım bir şey var.”
“Neymiş?”
“Sürekli yaptığın şu serzeniş.”
“Hadi ya o kadar yani Fehmi?”
“Tabii, babana bile yapamadığını bana yapıyorsun Celil.”
“Bırak ya baba dediğin…”
“Evet biliyorum, bir hayal kırıklığı.”
“Duymasın lan Fehmi.”
“Nereden duyacak?”
“Belli olmaz!”
“Duyarsa senden sebep ha Celil!”
“Tabii lan her daim benden sebep!”
“Uyumayacak mısın?”
“Uyumasam be Fehmi. Az daha laflasak. Hani çay falan bakacaktın, sen de laf karıştırıyorsun sırf içmeyeyim diye.”
“Saçmalama uyu biraz, hadi boş ver çayı kahveyi de kapat biraz gözlerini.”
“Kapatmasam!”
“Celil kızıyorum ama!”
“Tamam tamam. Lan Fehmi, var ol, iyi ki...”
“Hadi lan ağzını burnunu kıracam kapat gözlerini, çişine falan git de.”
“Dişlerimi de fırçalayayım de mi?”
“Lan yarın sana sonda da takacaklar, bak getirdi hemşire, bi sidiğinle uğraşmadığım kaldıydı. Tanıştığımız gün sümüklerinle uğraştıydım, o günden belliydi. Bisikletin tekerinin başında ne ağladıydın yüzünün her yanı sümük içinde.”
“Babam bilse beni öldürecekti, tekeri yardıydım, sen de her zamanki gibi yetiştiydin. Sondayı hatıra diye eve götürelim mi Fehmi?”
“Saçmalama, sondadan hatıra mı olur? Nezarete düştüğümüz gün polisin kalemini istemeni bile içime sindiremedim hâlâ.”
“Benim kızlar ararsa ne diyecen iyice ezberledin mi Fehmi?”
“‘Apandisit ameliyatına girdi acil, iyi geçti şükür, uyanınca sizi arayacak.’ Söylesek de gelselerdi be Celil.”
“Açma yine aynı lakırdıyı! Veda edemem şimdi onlara. Sen sımsıkı sarıl yerime…”
“Ya gitmiyorsun bir yere, bırak şu saçmalığı hadi uyu da rahat edeyim kurban olayım. Sen sarılırsın, dua at hastanedeyiz, senin elinin altında hemşire çağırma butonu var. Yoksa ben biliyorum san ne yapacağımı. Sarılacakmışım!”
“Şu battaniyeyi…”
“Dur tamam düzelteyim, laf karıştır işine gelmeyince, yaslan sen, az daha yatırayım mı başını?”
“Ha olur, dur lan ayağımı kaldırıyon, hiç mi bilmez adam doğru düğmeyi?”
“Sakın, sakın Celil!”
“Ama bütün gece döndüydük dönme dolapta senin yüzünden, ona buna basıp kilitledin aleti.
Evden gelinceye kadar ustanın küçük oğlu, kustuydun iki kere de lan Fehmi.”
“Hoşuna gidiyor değil mi?”
“Baban hiç kızmadıydı hatırlıyor musun? Bir de sarıldıydı bize lan! Ya Peyami Amcan?”
“Baban başka türlü bir adamdı, siktir et şimdi, hadi güzelce bir uyu!”
“Sağ ol Fehmi, çok sağ ol!”
“Sen de! Hadi Allah rahatlık versin. Görüşürüz…”
“Hakkını helal et Fehmi.”
“Uyu dedim ya lan!”
Helal olsun Celil. Helal olsun sana! Allah’ın cezası! Nasıl bir inat lan seninki? Nasıl bırakırsın beni bu hastane odasında bir başıma böyle ham armut gibi? Bir ton para ödediydik, her şey dâhil otel odası gibi keyfini sürecektik. Neden dönmedin küfrede küfrede? Hani ana avrat düz gidecektin narkozdan ayılırken de ben kayıt altına alacaktım. Seyredip seyredip gülecektin sonra. Sana ellerimle çorba içirecektim de ömrün boyunca başına kakacaktım. Masada kalmak ne lan? Hep su koyuverirdin oyunlarda filan da… Ayıp lan, en yakın arkadaşındım ben senin. Olcak iş mi bu? Ne dedim sana? ‘Görüşürüz,’ demedim mi ben sana? Çay alacaktım ya… Osuruk gezintilerine çıkacaktık geceleri, serumunla hani. Sigara içmeye inecektik, tekerlekli sandalyeyi aşırıp hemşireden gizli. Kızları alıp Avrupa’ya gidecektik. Ne diyeceğim ben onlara şimdi? Celil yapılır mı bu?
Sözümü dinleyeceğin mi tuttu? Ne diyeceğim ben kızlara? Ne dedi o hemşire? Ne oluşmuşmuş? Kompli… Ne? Sus dedim, anma, konuşma dedim sana! İnadına sıçayım, ölecem diye yattın o masaya, ben biliyorum seni! Üç gün! Üç gün sonra gidecektik eve ikimiz. Ne yapacam şimdi? Peyami Amca’ya nasıl anlatacağım? Sabahları kime gideceğim simit alıp da kahvaltıya? Çocukluğumun o pis dondurmasını kiminle konuşacağım? Çay istediydi, ahh, onu da almadım. İçemedi. Bilsem… Neden alıvermedim ki?
“Bunları size vermem söylendi beyefendi. Başınız sağ olsun.”
“Nasıl olacaksa o? Ne onlar? Teşekkürler…”
“Başınız sağ olsun! Odayı toplayacak görevliler, siz bize bildirirseniz çıkarken.”
“Hemşir’anım bu sonda bende kalabilir mi?”
“Tabii, ama yani, aslında?”
“Kullanıldı diye yazabilirsiniz, ödeme yaparım.”
“Kusura bakmayın.”
“Yok estağfurullah. Nasıldı Celil?”
“Çok mutluydu.”
“Emimim öyledir.”
Melike Pehlivan İşler
Comments