İş Bankası Kültür Yayınları baskısında kitap iki bölümden oluşuyor: İlk bölümde Thomas More’un yazdığı Ütopya, ikinci bölümde Mina Urgan tarafından yazılan, yazarın yaşamı ve Ütopya incelemesi var.
Thomas More (7 Şubat 1478 - 6 Temmuz 1535)
Avukat Sör John More’un oğlu olarak 1478 yılında Londra’da dünyaya gelen Thomas More’un, eğitim hayatı yoğun geçer. Başkentte Aziz Anthony okulunda okurken aynı zamanda Başpiskopos John Morton’un evinde uşak olarak çalışır. 1496’da Oxford Üniversitesi’nden mezun olur ve Lincoln’s Inn’de hukuk okumaya başlar. More, Carthusian Manastırı’nda dört yılını geçirir. Sonra yeminini bozarak kendini papazlığa adamaktan vazgeçer.
Otuz yıllık siyasi kariyerine 1504’te parlamentoya girerek adım atar. Bir yıl sonra üzerinde etkisi olan ünlü bilim insanı Desiderius Erasmus ile tanışır. 1510’da Londra’nın şerif yardımcısı olur fakat 1511’de ilk eşinin doğum sırasında ölümüyle yıkılır.
Edebiyata ve dinî bilgiye ilgi duyan VIII. Henry, More’u sarayına çağırır. Daha sonra 1518’de Kral Konseyi’ne davet ederek diplomat ve kişisel danışmanı yapar. Kral, 1521’de More’a şövalyelik nişanını vererek onu Hazine Şansölyesi (Maliye Bakanı) olarak ilan eder.
Sonrasında Kral’ın bazı özel isteklerini doğru bulmaz. Protestanlığı eleştiren kitaplar yazar ve Kral ile olan ilişkisi gerilir. Kral’ı kilisenin başı olarak görmemeyi sürdüren Thomas More, Mart 1534'te Act of Supremacy'yi kabul ettiğine dair yemin etmeye zorlanır ve tutuklanarak Londra Kalesi'ne hapsedilir. Aynı yıl yargılanmaya başlanan More, konuştuğunda “Act of Supremacy'nin Tanrı'nın yasalarına aykırı olduğu ve parlamentonun kimseyi Kilise'nin başı olarak ilan edemeyeceğini” belirtir. Bu sözleri üzerine ölüm cezasına çarptırılır ve 6 Temmuz 1535'te idam edilir.
Ütopya (1516)
Thomas More, Avrupa’da saygıdeğer bir bilim insanı olarak tanınır. 1516 yılında yayımlanan Ütopya en ünlü eseridir. Bu eser hayali bir adada kurulmuş ideal devleti anlatır. More siyasi bir devletin nasıl oluşacağını felsefî açıdan incelemiş, baş karakter aracılığıyla boşa ödenen vergilere, oynanan oyunlara da atıfta bulunmuştur. Tudor İngiltere’sinin ideal devletten uzak olduğuna dair çarpıcı eleştiri niteliğinde yazdığı bu eser ilk olarak Latince yayımlanmıştır. Batı düşüncesinin Rönesans, Reform ve Hümanizm hareketleri içinde doğmuştur. More, Ütopya’da Platon’un kusursuz devlet düşüncesinden yola çıkmıştır ve bu kusursuzluğu Ütopya’nın tüm toplum hayatına yaymıştır.
Ütopya kelimesi etimolojik olarak “olmayan yer” anlamındadır. Var olan sistemi, ideal toplumu yaratarak eleştiren Thomas More, Ütopya’da geçen hayatı Raphael Hytloday aracılığıyla anlatır. Hytloday ise “gevezelik yapan” anlamına gelmektedir. Karaktere bu ismin verilmesi de ironik. More, ben gevezelik mi yapıyorum demek istedi acaba!
Bu ülke bir ada ülkesidir, birbirleriyle aynı yapıda ve cadde genişliklerine kadar aynı olan elli dört kentten oluşur. Sadece başkent öbürlerinden farklıdır. Fakat her şehir aynı yasalarla yönetilmektedir. Burada mülkiyet sahibi olunmaya izin verilmez ve insanlar evlerini kilitlemezler. İnsanların ikamet ettiği evlerde mülkiyet duygusunun oluşmaması için on yılda bir ev değiştirilir. Ülkede çok az yasa vardır ve bu yasalar kolay anlaşılır, anlamı net olarak anlaşılan kısa ifadeli yasalardır. Bu sebeple herkes bu yasaları bilir ve avukatlara ihtiyaç duyulmaz. Kıyafetler tek tiptir. Kadınlar da rahip olabilir, ama rahipler asla toplumda güç sahibi olamaz. Köylerde kırk kişilik çiftlikler vardır. Her kırk kişiden ikisi köledir. Bu durum bir yerde More’un eşitliğinin sınırı olarak görülebilir. Zengin ve fakir yok, aslında kimsenin hiçbir şeyi yok. Ne güzel değil mi, herkes eşit! Ekmek kavgası yok, para derdi yok. Herkes mutlu, çalışma koşulları muhteşem. Aklın almayacağı bir yaşam. Hayal mi, gerçek mi bilemiyor insan. Okuduklarımı kafamda tarttıkça aslında çok eşitlikçi görünen bu hayalin tektipleştirici olduğunu düşündüm. Evlenecek kişilerin bakir olması, evlenmeden önce birbirlerini çırılçıplak görme zorunlulukları çok tuhaf geldi. Thomas More neye tepki olarak bunu yazdı diye düşündüm. Sanırım boşanmanın yasak olduğu dönemde yaşananlara karşı yazdı. Ütopya’da herkesin katı dindar olması, dini reddedenlerin ceza alması da yine dikkatimi çeken bir konu oldu. Ayrıca kendini beğenen insanlara karşı da farklı bir tutum sergilenmesi ilginçti. “Kendini beğenmek öyle bir cehennem yılanıdır ki, insanın yüreğine sinsice süzülüp girer, onu zehirleyip gözünü kör eder, yoldan saptırır. Bu sürüngen insanların içine öyle işler ki, koparıp atmak kolay olmaz.” diyen More sizce gerçekten eşitlikçi midir? İstediğin yer ve zamanda yemek yeme özgürlüğü olmayan bir yerde eşitlik olabilir mi? Köle, yönetici, halk üçlüsü varsa eşitlik yoktur. Toplumun en aydınları bile sınıf farkını bir yerde gösteriyor bence.
Bir de şöyle düşünürsek; yazıldığı dönemde toplumda yaşanan abartı, soylular arasındaki debdebe ve yoksul topluma karşı bir tepki, alay, şiddetli karşı çıkma, söylenmeyeni yazma ve en olmayacak hayaldir Ütopya. Okumaya başlarken çok güzel bir hayal gibi görsem de derine daldıkça kandırmaca olduğu ortaya çıkan bir hayal. Böyle bir dünya olamaz, olsa her şey çok başka olurdu. Gerçekte de yok zaten.
Bu kadar eleştirilen bir ülke şu an istenilen refah seviyesinde mi acaba, geçmişten ders aldı mı, yönetim sistemleri nasıl? Tabii orada yaşamadığımız için bilemeyiz. Bana göre ders aldıkları noktalar kadar almadıkları da var. Dünyanın döngüsü bu sanırım. Hiçbir şey dört dörtlük değil. Ama yine de bizim ülkemizden daha eşitlikçi, daha özgür ve yüksek seviyede olduklarını düşünüyorum.
İş Bankası Kültür Yayınları baskısında kitap iki bölümden oluşuyor: İlk bölümde Thomas More’un yazdığı Ütopya, ikinci bölümde Mina Urgan tarafından yazılan, yazarın yaşamı ve Ütopya incelemesi var. Mina Urgan öyle ince detaylı bir yazı hazırlamış ki; yazarın hayatını, ailesini, yaşadıklarını ve idama gidişini, ütopyasını tanıtmış okura. Yazdıklarıyla Thomas More hayranı olduğu ve Ütopya’yı çok sevdiği anlaşılıyor. Farklı yayınevi baskılarında bu bölüm yok. Özellikle belirtmek istedim.
Böyle özel bir eseri eleştirmek haddim değil, dikkatimi çeken noktaları belirttim. Elbette herkes eşit, özgür, adaletli bir ütopyada yaşamak ister. Umudumuz o yönde.
Yazar: Sema Öklü
İnstagram: @kitapsemasi
Alıntılar
“Milyonlarca çocuğu bozucu, körletici bir eğitimin pençesinde bırakıyorsunuz. Erdem çiçekleri açabilecek bu körpe fidanlar gözlerinizin önünde kurtlanıyor; büyüyüp suç işledikleri zaman, yani içlerine çocukluktan giren kötülük tohumları acı meyvelerini verdiği zaman ölüm cezasına çarptırıyorsunuz onları. Sizin yaptığınız nedir, biliyor musunuz? Asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmak.”
“Varlıklı ve özgür insanlar, haksızlığa ve baskıya kolay kolay katlanamazlar. Oysa yoksullar acı çekmeye, köle gibi yaşamaya alışıktırlar; onların başkaldırma gücü tümüyle tükenmiştir.”
“Yasa koyanın aklı o kadar yanılmaz, o kadar kesin midir ki, buyruğunu dinlemeyen kılıcı hak etsin?”
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları / Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi
Çevirmenler: Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Mina Urgan
Sayfa Sayısı: 256
Ebat: 12,5x20,5 cm
Baskı Yılı: 2006
Kategori: Felsefe
Çok derin bir kitaptı, daha iyi nasıl açıklanabilirdi ki, çok çok tebrik ediyorum arkadaşım, yüreğine sağlık
Harika bir yazı ve yorum olmuş Semacim, herkesin okuyup ütopya şehrinde olmayı ve de diğer türlüsünü göz önünde bulundurup değerlendirme yapmasını isterdim. Yaşadığımız ani her bakımdan değerlendirmek açısından iyi olurdu
Eser çok özel fakat okurken benzer düşünceler içerisindeydim ben de. Adına yakışır şekilde uçuk diyebileceğim uygulama ve durumlar vardı. Elbette çok sevdiklerim de oldu. Herkes her kitabı yüzde yüz beğenecek diye bir şey yok. Beğenmediğimiz ya da tuhaf gelen yerleri söyleyeceğiz ki gerçek özgürlüğün sadece bu kitapla sınırlı olmadığını bileceğiz.