Bir sonbahar günü gitmişti elimizde avcumuzda ne varsa: bir bilgisayar ve bir müzik seti hariç. Hali hazırda bir evimiz vardı, başımızı sokabileceğimiz. Ticaretin anlı şanlı zamanlarını tatmış, inişli zamanlarına henüz şahit oluyorduk. Babam hiç adı duyulmamış bir hastalığa yakalanmış, şimdinin Hekimoğlu dizisindeki doktorları gibi aylar boyu teoriler üreterek sonuca ulaşmış ve muhteremin adının “Brusella” olduğunu öğrenmiştik. Meşakkatli bir yolculuktu bu süreç hepimiz için. Babam hastane koridorlarında oradan oraya taşınırken; şirket yavaş yavaş -ben gidiyorum- demeye başlamıştı çoktan. Zaman geçmiş, babam iyileşmiş, her şey eskiye dönmeye başlamıştı. Hayatı kısıtlı yaşamaya başlamıştık bu süreçte. Hiçbirimiz şikâyetçi de olmadık. Sonuçta zamanla her şeyi görmüş, istediğimizi giymiş, her yeri gezmiştik. Kimi zaman insanın, içinde bulunduğu şartlara uyum sağlaması çok zordur. Kişiliklerimiz burada ortaya çıkar: kimimiz hiddetle karşı gelir, kabullenemeyiz; kimimiz zamana bırakır, olacakları görmek isteriz. Kimimiz saklanmak isteriz en kuytu köşelere, kimse bizi görmesin, kendimizle bir başımıza kalalım isteriz. 2004 ÖSYS sonuçları açıklanmış, çok istediğim okulu kazanmıştım. İnsan anda kalmayı istiyor bir müddet. Ben sevinirken biliyorum ki babam içten içe kahırlanmıştı. Sevinirken bile gözlerindeki hüzün hep sızlatmıştır kalbimi.
Kocaman kampüsün kapısından bakarken, yorgun yüreğimin daha da yorulacağını bilseydim kim bilir belki de hiç adım atmazdım.
Desteğini esirgemeyen herkese selam olsun buradan. “Elden gelen öğün olmaz o da vaktini bulmaz.” deyiminin anlamını öğrendiğimiz zamanlardan geçtik. Haklılık içinde haksızlığı, yalnızlığı yükledik bavulumuza. Umudumuzu kaybetmeden eşyalarımız ile birlikte yeni bir düzene merhaba demek için yola çıktık. Eşyaların anıları vardır: bir bebeğin, duvardaki ufacık çiziğin bile; kaldı ki on dört senelik anılara hoşça kal demiştik. Bomboş salonun duvarına yaslanıp, yitip gidenlere ağladığımı anımsarım hep. Hem okuduk hem çalıştık. Birçok şey hep eksik kaldı, hayatımızda bir dönem. Birbirimizin gözlerindeki pırıltı olabilmekti hayat denilen bu sahnedeki oyunumuzun tek amacı.
“-Ohooo sen bilmiyorsun abi dün neler oldu neler!” derken küçük bir çocuk, gazete ardından birbirine bakıp anne-kız ağlanacak zamanımıza gülmekti en zoru.
Kep ve cübbe hakkımı elimle itsem de kardeşim hakkını verip en iyi derecelerle mezun oldu. O mezun olunca sanki kendim yaşamış gibi çok sevinmiştim. Hakkıydı… Evin küçüğü, tanınan bir girişimci oldu. Yıllar geçti yarım kalan her şey tamamlandı.
Günümüz eğitim tablosuna baktığımızda dijital bir çağın içine doğan bir nesil artık eğitimlerini bile dijital ortamda alıyorlar. Bir yandan güzel bir gelişme olsa da bir yandan da bu durumun haklı olarak psikolojik, bedensel ve sosyalleşme açısından birçok yan etkilerini yaşıyorlar. Şimdinin çocukları birer yetişkin olduklarında “Böyle bir dönem vardı.” diyecekleri zamanlar umarım uzun sürmez. Corona birçok kişinin canını yaksa da bana umut oldu bu dönemde ve yarıda kalan mezuniyetimi tamamladım. Kepim, saçlarıma taktığım baharlarım oldu. Başarının ne demek olduğunu bilmeyip hep başarısızlığı yaşamış biri olarak genç nesle şunu demek isterim naçizane: Eğitim insanın kendine yapabileceği en iyi yatırımdır. Bahaneler üretmeden elinizdeki imkânlar ile başarmaya çalışın. Keşke deyip bunun sızısını hissetmemeniz için adımlarınızı sağlam atın. Bol bol yazın, bol bol okuyun. Okumak kendini bulmanın; yazmak ise kendini sorgulamanın en iyi yoludur. Cevabınız hep iyiliklerle dolu olsun.
Yazar: Begüm Hasçelik
Comments