Dünya Çeviri Günü - Çevirmen Gül Özdemir ile Söyleşi
top of page
Schoolgirl with Books

Dünya Çeviri Günü - Çevirmen Gül Özdemir ile Söyleşi

"Çeviri, kültürlerarası bir köprüdür ve dilin büyülü sanatıdır. Bir çeviri eser, farklı dünyaları ve düşünce şekillerini keşfetme fırsatı sunar. Bu günü, çevirmenlerin emeklerini ve farklı diller arasındaki iletişimi kutlamak için bir fırsat olarak görüyorum. Her çeviri, yeni bir pencere açar ve yeni bir macera sunar. Dünya Çeviri Günü’nde, çeviriye olan hayranlığımızı ve bu sanatın büyüsünü kutlayalım."


Gül Özdemir
Gül Özdemir

İspanyolcadan yaptığı "Marianela" çevirisi ile tanıdığımız çevirmen Gül Özdemir ile çeviri edebiyatı, çevirmenin dünyası ve çeviri çalışmaları üzerine söyleştik.


Pandabiyat’a hoş geldiniz Gül Hanım. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Gül Özdemir: 1996, Gönen doğumluyum. İstanbul Aydın Üniversitesi İspanyolca Çevirmenlik ve Ankara Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Şu an İspanya’nın Salamanca Üniversitesinde Latin Amerika Çalışmaları Yüksek Lisans bölümünde okumaktayım, tez aşamasındayım. Öğretmen ve çevirmen olarak ve ayrıca İspanyolca ile ilgili farklı sektörlerde çalıştım. Freelance olarak çeviri yapmaya da devam ediyorum.


Çeviri yapmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

G.Ö: İlk çevirimi üniversitede 1. sınıftayken yapmıştım. Hatta inanır mısınız? “Marianela”nın sadeleştirilmiş metnini çevirmiştik derslerde. Bir dili anlayabiliyor olup kendi dilime çevirmek beni inanılmaz sevindirmişti ve “Evet, doğru yerdeyim” demiştim.


Sizin için çeviri süreci nasıl geçiyor, bu süreçte neler yaşanıyor? Çeviriye başlamadan önce ve çeviri sırasında ne gibi araştırmalar yapıyorsunuz?

G.Ö: Çeviri süreci benzersiz bir yolculuk. Sanki o metni sen yaratmışsın gibi bir his veriyor bana, aslında gerek kelime seçimleri gerekse çeviri stilimiz sayesinde bir nevi yeni bir metin ortaya koyuyoruz diyebilirim.


Önce metni anlama ve içselleştirme ile çeviriye başlıyorum. Karşılaştığım yeni terimler ve kültürel nüansları araştırarak tüm çeviri sürecinde aslında öğrenmeye devam ediyorum.


Çeviri, kelimeleri dans ettirircesine kaynak dilden hedef dile doğru bir yolculuktur. Her kelime, bir öykü anlatmak için seçilir, her cümle büyük bir özenle dokunur. Dilbilgisi kuralları ve her iki dilin incelikleriyle harmanlıyorum her kelimeyi, her kelimenin anlamını ve ruhunu koruyarak.


Düzen benim için çeviride de çok önemli, tekrarlayan spesifik kelimeleri metnin kalanında da korumaya devam ediyorum. Sonra düzeltmeleri yaparak metni daha akıcı ve anlaşılır hale getiriyorum. Son okumalar, çevirirken fark etmediğim hataları veya iyileştirilmesi gereken yerleri daha net görmemi sağlıyor. Bu yolculuk sonunda büyülü bir dönüşüm gerçekleşmiş oluyor ve metin, hedef kitlenin dilinde tıpkı yeni bir eser haline geliyor.


Çevirmenin sorumlulukları nelerdir? Çeviri yaptığı yazara, eserine, okuyucuya ve elbette dile karşı olan sorumlulukları.

G.Ö: Biz çevirmenler, metinlerin dildeki büyüsünü, anlamını ve kültürel zenginliğini koruma ve hedef dile aktarma görevi üstleniriz. Bu yolculukta, yazarın niyetini anlama ve hedef dildeki okuyucuları düşünme sorumluluğu da vardır. Okuyucuların metni anlayabileceği ve tadını çıkarabileceği bir şekilde sunarız. Bu nedenle, dilbilgisi ve kültürel duyarlılık kadar ifade yeteneği ve empati de çevirmenler için önemlidir.


PND Kitap etiketiyle yayımlanan Benito Pérez Galdós’un Marianela romanını çevirdiniz. Bu eseri çevirmeye nasıl karar verdiniz? Bir Galdós eserini çevirmek sizin için nasıl bir süreçti? Size neler kattı? Galdós’un daha önce yapılmış olan çevirisini -ki sadece Tristana çevrildi- okuma imkânınız oldu mu?

G.Ö: İspanyol edebiyatında Realizm dersinde Galdós’un eserlerini ve onun bu denli önemli edebî kişiliğini daha yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Tristana’yı hem derste detaylı bir şekilde incelemiştik hem de sonradan Türkçe çevirisini okumuştum. Bu kadar önemli bir yazarın sadece bir romanının (Tristana) Türkçeye çevrilmiş olması beni çok şaşırtmıştı ve bunun İspanyol edebiyatının ülkemizdeki yerinde büyük bir eksiklik olduğunu düşündüm. Marianela’nın benim için önemli bir yeri var. Şöyle ki, İspanyolca Çevirmenlik bölümünde okurken çeviri dersinde ilk kez bu eserin sadeleştirilmiş versiyonunu çevirmeye başlamıştık. İlk çevirimi yapıp okuduğumdaki heyecanım ve sevincimi unutmam mümkün değil, bu sebeple Galdós’un bir eserini çevireceksem bu “Marianela” olmalı, diye düşündüm ve Marianela’yı lisans mezuniyet tezim olarak çevirmeye ve edebiyatımıza katmaya karar verdim.


Yazarda ve eserde sizi etkileyen şeyler neler oldu?

G.Ö: Galdós’un dili ve kelime zenginliği, karakterlerin iç dünyasını ve duygusal çatışmalarını büyüleyici bir şekilde ifade etmesine yardımcı oluyor. Roman sevgi, güzellik ve içsel değerler üzerine düşündürücü mesajlar taşırken, onun duygu yüklü ve dokunaklı edebî dilindeki bu zenginlik, hikâyeye daha derinden bağlanmamı sağladı diyebilirim.


Benito Pérez Galdós’tan biraz bahsedelim isterseniz. İspanyol edebiyatının en önemli yazarlarından biri aslında ama Türk okur için henüz yeterli değeri görmüş gibi görünmüyor. Galdós’u biraz tanıtalım istiyoruz... neler söylersiniz?

G.Ö: Kuşkusuz Galdós, İspanyol edebiyatının büyük bir ustasıdır. 19. yüzyıl İspanyol realizminin öncülerinden biri olarak, gerçekçi bakış açısıyla toplumsal meseleleri ve insan psikolojisini işlemiştir. Eserlerindeki derin karakter analizleri ve toplumsal eleştirileriyle tanınır. Özellikle “Episodios Nacionales” serisi ve “Fortunata y Jacinta” gibi eserleri, ulusal ve uluslararası düzeyde büyük etki yaratmıştır.


Galdós’un eserleri, zengin karakter analizleri ve toplumsal eleştirileri ile edebiyat meraklıları için büyüleyici bir keşif olabilir; eserlerini keşfetmek, İspanyol edebiyatının zengin mirasını daha yakından tanımak anlamına gelir. Galdós’un eserleri ülkemizde daha fazla tanınmaya ve değer görmeye başladıkça, İspanyol edebiyatının bu önemli figürünün eserlerine daha fazla erişim sağlanabilir ve edebiyatımıza katkıları daha iyi anlaşılabilir. Tabii bu noktada Galdós’un eserlerini edebiyatımıza katmak için biz İspanyolca çevirmenlerine de büyük görev düşüyor.


Marianela’yı çevirirken sizi en çok zorlayan şeyler nelerdi?

G.Ö: Galdós’un dildeki bu müthiş kelime zenginliğini o uzun cümleler içinde Türkçeye doğru ve kaliteli bir şekilde aktarabilmek oldukça zordu diyebilirim. Yaklaşık 1,5 asır önce yazılmış bir eser olduğu için haliyle dil çok fazla değişime uğramış oluyor. Galdós, zengin terminolojisi ve ara cümlelerle çokça betimleme yapmayı sevdiğinden bazen uzun cümleleri yerine oturtmak oldukça zaman alabiliyor.


Yayımlanmış kitapları düşünerek soruyorum; hangi yazarları ve kitapları çevirmiş olmayı dilerdiniz?

G.Ö: İspanya’nın Sevilla şehrine ve kültürüne hayranlığımdan dolayı Ildefonso Falcones’in “Çıplak Ayaklı Kraliçe” adlı romanını çevirmiş olmayı isterdim. Bu romanda eski Endülüs’ün izlerini, halkın neşesini ve acılarını da onların bakış açısından görmek mümkün. John Steinback’in “Gazap Üzümleri” ve “Cennetin Doğusu” romanları da keşke ben çevirmiş olsaydım dediğim eserlerden.


Çevirinin bir sanat, çevirmenin bir sanatçı olduğu konusu tartışılır. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

G.Ö: Çeviri, sanat eseri olma potansiyeli taşıyan bir eylemdir. Çevirmenler, bir dilin eserini başka bir dile taşırken, kelimelerin dansını ustalıkla icra ederler ve metnin estetik güzelliğini yakalarlar. Bu yaratıcı süreç, çeviriyi bir sanat biçimi olarak kabul etmemizi sağlar. Ayrıca çeviri, yaratıcılıkla birlikte gelişir. Orijinal metindeki duyguların, atmosferin ve düşüncelerin doğru bir şekilde ifade edilmesi için çevirmenin elindeki dilin her ayrıntısını ustalıkla kullanması gereklidir. İşte bu yüzden çeviri, bir dilin ve kültürün inceliklerini içeren bir sanat haline gelir. Ancak çeviri aynı zamanda bir bilimdir. Dilbilgisi kuralları, terimlerin doğru çevirileri ve yazarın edebî tarzını korumak gibi bilimsel prensipler, çeviri sürecinin temel taşlarıdır. Dolayısıyla çeviri, bilim ve sanatın muhteşem bir birleşimi olarak görülebilir.


Çeviri, bilim ve sanatın muhteşem bir birleşimi olarak görülebilir.

Günümüzde bir çevirmenin sadece çeviri yaparak hayatını kazanabileceğini düşünüyor musunuz?

G.Ö: Bir çevirmenin sadece çeviri yaparak hayatını kazanmasının çok zor olduğunu söylemek gerekir. Çeviri özveri, bilgi ve yetenek gerektiren bir meslek olmasına rağmen, gelirinin istikrarlı ve yeterli olabilmesi bazı zorluklar içerebilir. Özellikle serbest çalışan çevirmenler için, müşteri bulma, rekabetle başa çıkma ve pazarlama becerileri büyük önem taşır. Ayrıca, her dil kombinasyonunda yeterli talebin olmadığı bazı dönemlerde çevirmenler gelir dalgalanmalarıyla karşılaşabilirler. Bu sebeple birden fazla dil bilmek daha fayda sağlayabilir. Bir çevirmenin sadece çeviri yaparak geçimini sağlaması, bazı ekonomik ve iş dengesi zorluklarına tabi olabilir. Bu nedenle, çeviri mesleğini sürdüren birçok çevirmen, diğer ilgili alanlarda da çalışmalar yapabilir veya farklı gelir kaynaklarına yönelebilir. Ayrıca, birçok sebepten dolayı çevirmenlerin yaptığı işin genel olarak yeteri kadar değer görmediğini düşünüyorum.


Etkilendiğiniz, örnek aldığınız veya özellikle takip ettiğiniz çevirmenler var mı?

G.Ö: Bu soruya en net cevabım Don Kişot’un çevirmeni Roza Hakmen olurdu. Yıldız Ersoy Canpolat’ın çevirilerine de bayılıyorum.


Çeviri dışında neler yapıyorsunuz?

G.Ö: Bu soruya günümüz Türkiye’sinde “Herkes gibi hayatta kalmaya çalışıyorum.” diye cevap verebilirim. :) Bir şirkette tercüman olarak çalışmadıkça çeviri yapmak istikrarlı bir iş olmadığından dolayı, ben sadece sevdiğim için zamanım oldukça bir hobi olarak çeviri yapıyorum diyebilirim.


Çeviri yaparken eseri ana dilinden de okumuş oluyorsunuz. Bir edebî eseri ana dilinde okumakla, çevirisinden okumak arasında sizin için ne gibi farklar oluyor?

G.Ö: Ana dilinde bir edebî eseri okumak, orijinal ifadesini tam anlamıyla deneyimlemeyi sağlar ve dilin zenginliklerine daha yakından tanıklık etmenizi sağlar. Çevirisini okumak ise bu deneyimi bir aracıyla yaşamanızı sağlar, ancak bazı ayrıntıların kaybolduğu veya farklılaştığı unutulmamalıdır. Bazen de öyle iyi çeviriler görüyoruz ki orijinal metinden bile çok daha iyi olabiliyor. Bence bir çevirmen yaptığı çeviriyle bir metni göğe de çıkarabilir, olduğundan aşağıya da düşürebilir.


Son olarak, Dünya Çeviri Günü’nde Pandabiyat okurlarına neler söylemek istersiniz?

G.Ö: Dünya Çeviri Günü’nde Pandabiyat okurlarına şunları söylemek isterim: Çeviri, kültürlerarası bir köprüdür ve dilin büyülü sanatıdır. Bir çeviri eser, farklı dünyaları ve düşünce şekillerini keşfetme fırsatı sunar. Bu günü, çevirmenlerin emeklerini ve farklı diller arasındaki iletişimi kutlamak için bir fırsat olarak görüyorum. Her çeviri, yeni bir pencere açar ve yeni bir macera sunar. Dünya Çeviri Günü’nde, çeviriye olan hayranlığımızı ve bu sanatın büyüsünü kutlayalım.



Sevgili Gül Özdemir'e hem Marianela'yı dilimize kazandırdığı için hem de söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.

Schoolgirl with Books
bottom of page