İmam, cenaze namazı için toplanan kalabalığı görünce elindeki mikrofonu bıraktı ve çıplak sesiyle vaazını verdikten sonra aralarında sohbet ediyormuşcasına:
“Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarından biri olan cenaze namazı için toplandık. Son yolculuğuna uğurladığımız merhuma Allah rahmet eylesin, geride kalan acılı ailesine Rabbim sabr-ı cemiller versin. Muhterem cemaat, merhumu hali hayattayken nasıl bilirdiniz?” diye sordu.
Bir avuç toplanan cemaatten cevap gecikmeden geldi:
“İyi bilirdik.”
Bilirler miydi? Oysaki duyup bildikleri fena biri olduğu değil miydi? Köyünden kaçmak zorunda kalan, o nedenle de burada kimi kimsesi olmayan fena biriydi o. Peşinde sürüklediği pranganın korkusuna ne eşi ne de dostu olabilmişti. Köpeği hariç. Adını Kısmet koymuştu. Bir kulübede bulmuştu onu. Kendine ait olmayan eşyalarla dolu kulübeden bozma evinde, konu komşunun eskilerini getirip kapıya bıraktıklarıyla bir hayat geçirmişti. İkrama bile gerek görülmeden, Kısmet’e verir gibi sessizce kapı önüne bırakılanlarla doyurmuştu karnını.
Öldükten sonra da söylenenlerin fenalığı değişmemişti. Kimileri dost bildiği köpeği bile ayıp yerini yemiş demişlerdi. Kimileri belediyenin köpek zehrinden öldüğünü söylemişlerdi. Zehri neden yediği ya da birinin yemeğinin içine kattığı; kattıysa da kim, neden böyle bir şey yapmak istesin kilerle niyeti kendi içinde saklı, meraktan gibi gözüken arsız sorulardı. Velhasıl kelam kendisi de Kısmet de ölü bulunmuşlardı kulübelerinde.
Sahi kim bulmuştu ölü bedenlerini? Şişmiş cesedini, ayıplı yeri kemirilmiş halde bulan kişiyi merak etmişlerdi. Hatta öyle bir meraktı ki bu, cenazedeki helalliğin mırıltılarını bastıran bir uğultuya dönüşmüştü. Cevabın, kulübenin karşısındaki apartmanda oturan fotoğrafçı bir genç kızda olduğunu öğrendiklerinde ise kızın yolunu gözleyenlerin sayısı bir avuçtan fazlasına ulaşmıştı çoktan.
“Kız beri gel. Doğru mu söylenenler. Sen mi buldun ölüyü?”
“Evet ben buldum. Ne olmuş ki?”
“Doğru mu söylenenler?”
“Ne söylenmiş ki?”
“Orasını köpek kemirmiş, Allah canını almadan önce cezasını vermiş diyorlar. Doğru mu?”
“Ne cezası ne kemirmesi? Manyak mısınız siz? Adam eceliyle ölmüş. Köpeği de yaşlıydı zaten o da açlıktan ölmüştür.”
“İyi demiyorlardı ya onun için. Ondan şey ettik.”
“Ne kötülüğünü gördünüz adamın Allah aşkına? Birinin karısına kızına mı sarktı? Küfür mü etti? Canını mı aldı? Ya çekilin başımdan akbaba gibi toplanmışsınız didik didik ediyorsunuz!”
“Aman iyi be sende. Köyünde hep kızlarla evcilik oynayıp sarkıntılık ediyormuş. Acayip acayip hareketler yapıyormuş. Kendi gibi hiç akranı olmamış. Sapıkmış işte. Bilmiyorsan diye şey ettiydim…”
Biliyordu. Hem de ilk ağızdan duymuştu. Kapsını tıklayıp bakkaldan aldığı keki ikram etmeye gittiğinde öğrenmişti. Her biri nispetsiz eşyalarla dolu evine buyur etmişti garibim. Karşılıklı oturup sessizce yedikleri kekin bitmemesi için lafa tuttuğunun, konuşma özlemiyle yanıp tutuştuğunun ayırdına varmıştı kız.
“Fotoğrafçı mısın?”
“Evet. Daha olamadım, okuluna gidiyorum. Beğendin mi keki?
“Ellerine sağlık pek güzel olmuş. Kısmet de sevdi.”
“Ben yapmadım, yine de afiyet olsun. Fotoğrafını çekmemi ister misin? Hatıra kalır.”
“Sahi mi? Hiç fotoğrafım yok kafa kağıdımdakinden başka. Heyecanlandım.”
“Çekerim tabii. Nerede çekeyim?”
“Böyle çekme dur hazırlanayım madem. Artizmişim gibi çek. Hep imrenmişimdir onlara.”
Kirli, eski kazağının üzerine kadifeden sabahlığını giyip, tepesi açılmış kelini kafasına sığmayan bir şapkayla örttükten sonra utanarak sormuştu:
“Boya var mı sende? Biraz dudaklarıma sürsek mi?”
Kızın rahat tavırlarını görünce de çekinmeden uzattığı dudaklarına sürdüğü ruju parmaklarıyla yedirdikten sonra gözlerini yumup, “Fersiz bakışlarıma can gelsin, az da gözlerimin üstüne sürüver.” demişti.
Kadrajda duvarda asılı birkaç eski ceket, paslı aynasının önünde artizmiş havası veren bir gitar, kucağında Kısmet ve yıllardır unuttuğu tebessümü vardı. “Bak ablaya bak.” dediği Kısmet’in boynunu tutmuştu, yüzü görünsün istemişti. Çekilen fotoğrafta en fenası buzu çözülen gözleriydi... çok fena.
Oymuş gibi yaşadığı bir hayatın özeti: Nüfus kağıdında Ramazan, kaçıp sığındığı yerde İsmet, ruhu ise Kısmet’ti.
Burcu Kurtulan Kaya
Comments