Greyfurt - Cemile Koçer
top of page
Schoolgirl with Books

Greyfurt - Cemile Koçer





“Anne, biz neden hiç greyfurt almıyoruz eve? Arkadaşlarımın anneleri faydalı diye portakal sularına filan ekliyormuş. Ben fotoğraflardan tanıyorum, utandım vallahi, biz hiç almayız diyemedim.”


“Tatlım, benim alerjim var. Bilmiyoruz ama belki benden dolayı senin de olabilir. Riske girmedik babanla, almadık eve.”

“Alerjin mi var? Nasıl?”

“Çok garip bir şekilde öğrendim. Boş ver. Sen de yeme, suyunu da içme hatta. Ne olur ne olmaz.”

“İyi de ne oldu? Anlatsana anne. Hayret bir şeysin.”

“Peki tamam. Dalga geçmek yok ama. Üniversitede okurken, tatil döneminde, bir arkadaşımın memleketine gitmiştim. Daha babanla tanışmıyoruz. Sabah erkenden otogara vardım, oradan da taksiye binip doğruca otele. Arkadaşımla buluşmamıza daha yedi sekiz saat olduğundan, eşyalarımı bırakıp, kahvaltımı yaptıktan sonra etrafı dolaşmak için dışarıya çıktım. Sokaklarda vitrinlere baka baka gezinip, karnım acıktığında, küçük bir lokantada kuru fasulye, pilav, yanında da acı biber turşusu yedim. Çok severim bilirsin. Bugün hâlâ o lezzeti hatırlarım, aynısından bir daha yemedim.”

“Uzun uzun anlatıyorsun vallahi, ne çıkacak iyice meraklandırdın.”

“Sabret. Anlat dedin anlatıyorum işte. Yemekten sonra ağırlık çökünce, biraz kestirmek için otele dönerken otelin hemen yakınında küçük ve sevimli bir manav gördüm. Ön taraftaki portakalları işaret edip, “Bir kilo portakal,” dedim.

“Portakal ne alaka ya?”

“Ne bileyim, kuru fasulye, turşu filan, iyice içim yanmıştı. Neyse işte, manav portakalları torbaya doldurmaya başladı. Ben hemen ortaya atıldım, “Beyefendi neden şu yandaki iri olanlardan vermiyorsunuz da küçük olanlardan veriyorsunuz.”

“Anne! Yoksa greyfurtu portakal mı sandın?”

“Dur anlatayım, bölme.”

“Ben öyle yüksek sesle kızınca manav kafasını yavaşça kaldırdı, bana baktı, sanki bir şey söyleyecekti.”

“Bilip bilmeden bağırmışsın adama, kesin sana portakal diye greyfurt verdi değil mi?”

“Sonra elindeki torbayı ters çevirip içindeki portakalları boşalttı, yandaki irilerden koymaya başladı.”

“Hahha!”

“Hah şöyle,” dedim bir de adama. Hakkımı aramış olmanın ve sonunda hak ettiğimi almanın verdiği büyük hazzı yaşıyordum.”

“O zamana kadar hiç mi greyfurt görmemiştin? Aşağı yukarı belli olur tipinden aslında ama?”

“Görmemiştim kızım, bizim zamanımızda her şeye kolay ulaşılmıyordu öyle şimdiki gibi. Neyse dur anlattırmadın, dinle. Çıkmadan girişe bıraktığım valizimin ön gözünden küçük bıçağımı çıkarıp, portakal torbasından da bir tane kaparak kendimi yatağa bıraktım. Kestiğim kocaman bir dilimi ağzıma atıverdiğimdeyse olanlar oldu. Acıyla öksürerek, lokmamı bembeyaz yorganın üstüne püskürttüm. Neye uğradığımı şaşırdım. Tam o an gözümün önüne manavın bakışları geldi. Neden öyle baktığını anladım.”

“Yediğin şeyin portakal olmadığını da!”

“Evet üstelik ne olduğu konusunda fikrim de yoktu. Lavaboya can havliyle koşup, yüzümü yıkadım. Ne göreyim, dilim ve dudağım kocaman olmuş.”

“Çok korkmuşsundur, bir de başka bir şehirde. Seni düşünemiyorum bile anne.”

“Panikle resepsiyona gittim. Beni öyle görünce otel görevlisi de endişelendi, koluma girip kapıdaki taksiye bindirdi. Şoföre de otelin arkasındaki sağlık ocağını söyledi. Korkudan ödüm kopmuştu. Nihayet sağlık ocağında, hiç sıraya bile girmeden doktorla görüşebildim. 'Alerjik reaksiyon,’ diyerek, beni acilen serumla tedaviye aldılar. Orada tam iki saat kaldığımı hatırlıyorum. Neyse ki bir ısırıktan fazla almadığım için, serumdan sonra turp gibi hissediyordum, şişlikler de inmişti.”

“İşe bak. Greyfurtla tanışman epey olaylı olmuş. Aman neme lazım, eksik oluversin greyfurtun suyu da. Peki doktor mu söyledi yediğin şeyin greyfurt olduğunu sana?”

“Sordular ne yediniz diye ama ben portakal dedim geçtim. Akşam üzeri, sanki başıma tüm bunlar gelmemiş gibi arkadaşımla buluştum. Ona sormak için de hiç çekinmeden yanıma bir tane greyfurt aldım. En yakın arkadaşım. Zaten bende de pek gurur yapacak hal yoktu. En azından neye alerjim olduğunu öğrenecektim. Alerji olayından ona hiç bahsetmedim tabii. Yemek boyunca ara ara soracak gibi olup her seferinde çekindim. Sonunda manavın yaptığını anlattım, greyfurtu da masanın ortasına koydum.”

“Anne ya! Âlem kadınsın vallahi.”

“Epeyce güldük o gece. Ertesi sabah erkenden manava gittim.”

“Adama anlattın değil mi? Beni zehirledin filan diye kavga çıkarmışsındır kesin.”

“Anlatacağım tabii. Manav da çok mahcup oldu. “Ablam, bana sorsan söylerdim, sen öyle bağırınca bana başka yol bırakmadın. Kusuruma bakma,” dedi. Ben de hiç tahmin edemeyeceğin kadar mülayim bir dille konuştum. Onun suçu olmadığını, kimsenin böyle olacağını bilemeyeceğini söyledim, kıyamadım ona, “Geldi geçti, ben hak ettim bunu,” dedim gülümseyerek. Manav bana bir kilo portakal hediye etti.

“Vay be! Ne diyeceğim, e sen bunu daha önce hiç anlatmadın ya bana. Ya ben de bir yerlerde greyfurt yeseydim ne olacaktı?”

“Ne bileyim ben kızım. Çekindim herhalde cahilliğim ortaya çıkacak diye.”

“Canım annem benim. Gel sarılacağım sana.”



Cemile Koçer

Schoolgirl with Books
bottom of page