İçimin Duvarları - Aysun Polat
top of page
Schoolgirl with Books

İçimin Duvarları - Aysun Polat




Perdeleri açtığında somurtkan bulutlarla göz göze geldi. Perdeleri hemen kapattı, ışıkları açtı. Zaten ruhu bedeninden daha huzursuzdu; bir de gökyüzünde olup bitenlere katlanamazdı. Yatağının yanındaki kırmızı düğmeye bastı. Az sonra ileri yetişkinliğinin başlarında olan Bülent hemşire içeri girdi. Yirmi altı yaşındaki genç kadın yazacak yeri kalmadığını söyledi; yeni, beyaz, büyük çarşaflar istedi. Zihninden duvarlara taşan yüzlerce kelime vardı. Dört duvar isimlerle, şehirlerle, öfkeyle, anlaşılma arzusuyla, derisine aldığı darbelerin çığlığıyla doluydu. En yoğun yazılar çığlıkları anlatan duvarın üstündeydi. Hiçbiri onun sesinden dillendirilmiş değildi, ama hepsi onun çığlığıydı. Hiçbiri onun hayatında yaşanmamıştı, ama hepsi onun kalemine vuruyordu. Oysa diğer insanlarda ne bir üzüntü vardı ne de bir telaş, yakarış, arayış.


Bülent hemşire duvarda yazacak yer kalmadığından beri yazmak için ihtiyaç duyduğu çarşafları hiç bekletmeden ona getirirdi. Otuz dört yıllık psikiyatri hemşiresiydi, bu genç kadın kadar etkilendiği vaka olmamıştı. Çünkü insanın kendi acısıyla yanması, hastalanması normaldi. Bu kadın başka insanların acılarını sanki kimsenin bilmediği bir dilde yaşayıp yükleniyordu. Herkesin kendine bile yabancılaştığı bu yoksul ve müptezel zamanda onu patolojik yapan da buydu.


Raporunun bir yılı dolduğu için yarın tekrar heyete girecekti. Gerçeklik algısının kaybolduğunu ve yoğun halüsinasyonlar gördüğünü içeren tanısı değerlendirilecekti. Bülent hemşire hem gözlem ve görüşlerini paylaşacak hem de genç kadına heyete giderken ve odasına çıkarken eşlik edecekti. Onun iyileşmesini, hayata karışmasını ne çok istiyordu. Gerçi sırf kendisine ait olmayan olumsuz yaşantıların hesabını sorarcasına, kimseden çekinmeden, hakkımda ne düşünürler diye düşünmeden haykırırcasına, tanık olduğu korkuları yazmak gerçekten bir hastalık hali miydi? Asıl halüsinasyon gören kendinden başka odağı olmayan, ama kendine de hak ettiği değeri vermekten habersiz, yaşadığı ülkeden hatta yaşadığı apartmandan bile bihaber toplum içinde yaşayan bu insanlar mıydı? Yoksa kendi ismini unutacak kadar başkası olan bu genç kadın mı? En çok bilerek zehirlenen sokak hayvanlarına mı üzülmüştü, aile içinde şiddet gören kadınların baskılanan yazgısına mı? En kavramı yoktu onun. Tüm canlıların meseleleriyle hüzünlenecek kadar hassas ve sınırsızdı duyguları.


Heyet üyelerinin önünde beyaz masa örtüsü üzerinde portakal suları vardı. Dokuzu kadın, dördü erkek, on üç kişilerdi. Hepsinin gözü onun üstündeydi. Onun gözü ise boş duvarlarda, masadan yerlere kadar sarkan boş örtülerdeydi. İçeri girer girmez duvarlara çarpmak istedi. Yazmak istedi. Íçindeki boşluğu yaza yaza duvarlara kusmak istedi. Ah! Sadece bir saatçik burda tek başına kalabilseydi. Íçindeki kadınlardan kim bilir kaç tanesini dışarı çıkarırdı. Saç tellerinin kökünden parmak uçlarına kadar aynı arzuyu duydu. Gözlerini kapattı.


Elleri durmaksızın hareket ediyordu. Bu bir meydan okumaydı. Tek bir kelimelik boşluk da kaybolana kadar bütün duvarlar sabırla sırasını bekledi ve mürekkepler içinde renklerini kaybederken yeni uyanmış bir bebeĝin sakinliĝini takındılar. Ve sonunda yazacak yer kalmadı. Odadaki duvarlar bitti, örtüler bitti, tutkusu teninde diri kaldı; yetmedi, göĝüs kafesine, omuzlarına, kollarına, bacaklarına, avuç içlerine yazdı. Kontrol edemediĝi şekilde yan yana gelen kelimelerin kederinden sanki vücudu bir çerçeveden ibaretmiş gibi kaldı, içinden ruhunun çekildiĝini hissetti. Gürültüsü duyulmadı ama yere yığıldı. Her bir kelime onu narince yerde kucakladı.


Gözlerini açtı. Heyet üyeleri hızlı ama emin bir şekilde notlar alıyordu. Çok yorgundu. Aynı anda hem yazmaktan hem de yazamadıklarından bitap düşüyordu. Bülent hemşire onu odasına götürdü. Belli ki biraz daha aklının tutsaĝı, tutkusunun efendisiydi. Ìhtiyacı olan tek şey zamanın bir parça iyileşmesi, arınmasıydı. Sahi insanlardan geçeli ne kadar zaman olmuştu? Genç kadın başını çevirdi. Merdivenlere adım atmadan Bülent hemşireye sordu: “Hangi aydayız? Limonatayı naneli seven kız soruyor. Hani geçen gün kaybolan.”



Aysun Polat

Schoolgirl with Books
bottom of page