Koltuk - Ebru Özeke Tökmeci
top of page
Schoolgirl with Books

Koltuk - Ebru Özeke Tökmeci




Eskimeyen Dostlara…



Başını biraz sola çevirse köprünün Ortaköy’e basan ayağını görebilecek; köprü ayakları akşamın bu saatinde kırmızı bir ışıkla aydınlatılmıştır, sıra sıra Anadolu yakasına doğru ilerleyen taşıyıcı askıların üzerindeki mavi pırıltılar, karşı yamaca dizilmiş büyüklü küçüklü binaların parlayıp söner gibi görünen ışıltılarına karışır. Aşağıda ise, gündüz maviler ve yeşiller, gece de karanlıklar içinde dalgalanan boğazın hırçın suları.


Azra Hanım, ne kadar baksa bıkmayacağı bu manzarayı kaç yıldır bu koltuktan seyrettiğini artık hatırlayamıyor. Üzerine oturduğu ilk günden itibaren gönlünce düşüncelere dalabildiği tek yer bu koltuk oldu, buradan izlediği manzara da hayatının bazen mutlu bazen kederli ya da sıkıntılı birçok ânına tanıklık etti. Çocukları bebekken onları kucağında uyutmaya çalıştığında, kafasının içinde birileriyle öfkeli veya sitemkâr konuşmalar yaparken, en sevdiği şarkıları dinler ya da bir kitap okurken, hep buradaydı. Bu akşam da koltuğunda oturmuş birazdan gelecek torunlarını beklerken, kendisini düşünceleriyle baş başa bulmuştu.


Azra Hanım bu koltukta oturup düşünmeyi en az, çocukken ailesiyle yaptığı uzun gece yolculuklarında bir yandan hayaller kurarken, bir yandan da arabalarının penceresinden uzaklardaki kasabaların karanlığın içinde yanıp söner gibi görünen ışıklarını izlemeyi sevdiği kadar sevmişti. Ona göre bu ışıklar, çok uzaklardan kendilerine el sallayan insanlar olmalıydı. Bu soruyu bir kez babasına yöneltmiş ve aldığı olumlu cevaptan sonra bunun doğru olduğuna inanmayı istemişti.


“Bak babacığım, herkes bize el sallıyor.”


“Evet kızım, herhalde bize merhaba demek istiyorlar!”


Bu durumun aslında fiziksel bir açıklamasının olduğunu şimdi biliyor elbette, ama diğer türlüsüne inanmanın daha mutluluk verici olduğu da yalan değil.


Unutamadığı bir başka çocukluk sorusunu yine babasına, eskiden oturdukları apartman dairesinin penceresinden birlikte dışarıya, aşağıdaki kalabalık caddeye bakarlarken sormuştu:


“Dünyada kaç kişi yaşıyor baba?”


“Kırk beş!” diye cevap vermişti babası.


O zamanlar daha okula başlamamış olan Azra, aldığı bu cevaptan sonra kırk beşin kocaman bir sayı olduğuna inandı; yoldan geçen arabaların içinde oturan, duraklarda bekleyen ya da farklı yönlerde yürüyüp duran bu bir sürü insanın çokluğunu ifade eden sayı elbette çok, çok büyük olmalıydı. Birkaç yıl sonra sayıları tanıdığında ise, kırk beş sayısının gerçekte küçük bir çokluğu temsil ettiğini öğrenmesinden mi, yoksa kendisinin çok önemli bulduğu bu soruyu babasının öylece geçiştirivermiş olduğunu anlamasından mı kaynaklandığını bugün hâlâ bilemediği bir tür hayal kırıklığına uğrayacaktı.


Azra Hanım büyükleri anlayıp onlara biraz da olsa hak vermeye başlayalı çok oldu tabii; insanın canı her zaman gerçekleri söylemek istemeyebilir, belki yorgundur, ya da kafası karmaşık düşüncelerle doludur o an. Kendisi ise, inanmak istediği şeyleri söylerse onları gerçeğe çevirebileceğine dair duyduğu safça bir inanç yüzünden olacak, çocuklarla hayal gücünü sınırlamak zorunda kalmadan sohbet etmeyi her zaman çok sevdi. Şimdi artık yalnız başına yaşadığı bu evde en büyük mutluluğunun haftada bir kendisini ziyarete gelen biri dokuz, diğeri altı yaşındaki iki torunuyla birlikte vakit geçirmek olması da bu yüzden. Onlar için elleriyle hazırladığı yiyeceklerin eşliğinde, kendi anılarından çocukların hayatındaki türlü konuya, günlük olaylara ve giderek hayatla ilgili bilgeliklere kadar uzanan sohbetlerini adeta iple çekiyor. Sorularına cevap verirken de, küçükken kendisinin inandığı bütün saçma şeyleri de hatırlayarak, olsa olsa bir çocuğun kurabileceği saflıkta cümleler kurmaya çalışıyor.


Azra Hanım gençliğinde pek de anımsamadığı çocukluk günlerini yıllar geçtikçe giderek daha çok düşünür oldu; yaşadığı bunca yılda başına gelen bütün iyi ve kötü şeylerin orada bir yerlerde başladığını artık biliyor. O zamandan bu yana hayatına giren ve çıkan bir sürü insanın her biri onda, kimisi mutlu, kimisi ibret verici izler bıraktı. Zaman içinde, tek tek kişileri değilse de onların kendisine öğrettiklerini tekrar tekrar hatırlaması gerekti. Azra her seferinde “Bundan sonra artık hiçbir şeye şaşırmam” diye düşünse de hayat onu şaşırtmaya hep devam edecek, o ise kendini “Şaşırabildiğime göre, demek ki içimde bir şeyler saf kalabilmiş” diye teselli edecekti.


Tanıdığı insanların sadece çok az bir kısmı, yılların içinden süzülüp geçerek bu yaşına kadar kalbinde kaldı. Bir araya gelebildikleri kısıtlı zamanlarda çok sevdiği iki can arkadaşıyla yaptıkları uzun gece sohbetlerinde, her insanın içinde ne kadar uğraşsa da bir türlü iyileştiremediği küçük bir çocuk olduğunu keşfettiler. Dönüp dolaşıp aynı noktaya varan konuşmalarında, üç küçük kız çocuğu birbirlerinin yaralarını sadece dinleyerek sarmaya çalıştılar. Sanki dün gibi hatırında kalan o sohbetlere eşlik eden şarkılar, Azra Hanım’ın kafasının içinde bir yerlerde hâlâ çalmaya devam ediyor.


Yılların ne kadar hızlı geçtiğine inanmak çok zor. Bu kadar uzun yaşamak insanın omuzuna sanki her geçen gün daha da büyüyen bir sorumluluk yüklüyor. İyi bir yaşam sürdürmek için çabaladıkça, iyi ölmek aslında giderek zorlaşıyor; ölüme yaklaştıkça olasılıklar da artıyor çünkü. Bu nedenle, henüz iyi sayılabilecek bir noktadayken hayatının bu koltukta sonlanmasını arzu ediyor Azra Hanım. Kucağında kulağından tüyler fışkıran kedisiyle, sakin, huzur içinde otururken ve karşı kıyıdaki ışıklar ona uzaklardan el sallarken kalbi duruverirse bir gün, koltuğundan tekrar küçük bir kız çocuğu olarak kalkıp, herkesin çocuk olduğu bir başka dünyada kendisi de yanıp sönerek titreyen bir ışık haline gelecek.


“Çok yaklaştık anneanne, az sonra oradayız.”


“Harika, ben de sabırsızlanmaya başlamıştım çocuklar.”


“Bize ne yemekler yaptın babaanne?”


Birden çalan telefonun sesiyle dalmış olduğu düşüncelerden hızla sıyrılan Azra Hanım, bu en kıymetli misafirleri için güzel bir sofra hazırlamak üzere mutlulukla koltuğundan kalkarken, bir kere daha, bunun hayatının en güzel ânı olduğunu düşünmekten kendini alamıyor. Bütün kalbiyle, bu koltukta oturup geçmiş günlerini hatırlamaya ve torunlarıyla vakit geçirmeye uzun bir süre daha devam edebilmeyi diliyor.



Ebru Özeke Tökmeci

Schoolgirl with Books
bottom of page