Herhangi bir gün olabilirdi. Tekdüzeliğin hükümranlığında, alışkanlıkların dizginlenemediği, diğer günlerden hiçbir farkı olmayan; zerre farklı mimikler oluşturmayan, şaşırtmayan, kalp ritimlerinde ani değişiklikler yaratmayan. Ama olmadı. Neden? Hep onun yüzünden. Sarı Mantolu Madonna! Geldi ve koskoca metroda onca oturulacak yer varken benim yanıma oturdu. Hem de elindeki kitabıyla. Yan yana iki kitap kurdu. Metroda. Yüzlerce insanı sabahın o saatinde işine, evine, okuluna ve daha bilmem nereye götüren mekanik yeraltı solucanında!
Öğrenci mi? Ne bileyim ulan! Sorsana? Ne soracağım şimdi bu klostrofobik metro kalabalığında. Sormazsan sorma, korkak; en iyisi kitabına geri dön. Aylak Adam! Bir de kendini verebilsen. Aklın hep yan tarafta. Kitabımın kapağını görmeye çalışıyor. Biraz yukarı kaldırıyorum ki rahat görebilsin. O, ne okuyor acaba? Dikkati kitapta değil tam olarak. Her durakta başını kaldırıp benden yana bakıyor, diğer yöne değil. Ben, ilgim sadece okuduklarımdaymış gibi rol kesiyorum, ama o, tam olarak görüş alanımda olmasa da zihnimde tüm görüş alanlarını kapmış durumda. Yol boyunca aklım hep Madonna’da. Biraz da okuduklarında, okuduklarından nasıl etkilendiğinde, düşüncelerinde. Aklından neler geçiriyor kim bilir? Ve acaba o da beni, benim onu düşündüğüm gibi düşünüyor mudur şu an? Benim için okuduklarını arka plana atmış mıdır? Sözcükler, sadece gözle takip edilen anlamsız sembollere dönüşmüşler midir?
Pantolonu siyah, tıpkı ayakkabıları gibi. Bacak bacak üstüne atıyor ve okumaya ya da gözleriyle takip etmeye devam ediyor. Gözleri ne renktir ki? Kahve yakışır. Işık huzmelerini içine alıp göz bebeği kenarlarında hareler oluşan kahverengi gözler. İçli, derin bakışlar. Gerçeklerden kopuş! Diğer taraftaki yolcu kalkınca o tarafa kayıyor. Köşe ya, yaslanacak oraya, narin beli biraz olsun rahat edecek. Son durak Kartal. Ayağa kalkıyor. Kalıyorum yerimde. Ona bakmamaya çalışıyorum. Metro camının yansımasında göz göze gelmekten korkuyorum. İniyor, iniyorum. Zihnimdeki Aylak Adam'ı öldürdüm, Sarı Mantolu Madonna'nın peşindeyim. Aynı çıkışa doğru ilerliyoruz ve ben, zarif elleriyle sardığı siyah ciltli kitabın kapağını görmeye çalışıyorum. Büyük “S” harfini okuyabiliyorum, ama kitabı ters tuttuğu için sözcüğü tamamlayamıyorum. Yürüyen merdivenlerde durmuyor. Bir bir çıkıyor basamakları ve ben de bir bir çıkıyorum hayalimin peşinden! Elinde bana göstermemekle inat ettiği kitabın yazarı Sabahattin Ali mi, yoksa zihnim bana oyun mu oynuyor? Zihnimizin tamamlayamadığı şeyleri, daha önceden edindiği bildikleriyle tamamlama gibi aldatıcı muzır bir huyu var, biliyorum. Çıkışa yakın bir yerde onu takip ettiğimi fark ediyor ve nedir o, hafif bir tebessüm mü? Yüzünü sadece hafif profilden görebiliyorum. Hayır hayır. Sihirli dudak kıvrımları beni yanıltmış olmalı. Mona Lisa smile! Hiç arkasına bakmıyor. Kendinden emin adımlarla soldaki son çıkışa yöneliyor. Büyük hayal kırıklığı. Çünkü benim son çıkışım sağ taraftaki. Ve ben, attığım her adımda Sarı Mantolu Madonna’yı kaybederken yalnızlığıma çöküyorum.
Aylak Adam bitiyor, kapatıyorum. Bakışlarım çalışma masamın üzerindeki Kürk Mantolu Madonna ile Tutunamayanlar arasında kararsızlıkla gidip geliyor.
Yazar: Emir K. Sancak
コメント